Eve taşınalı bir hafta oldu. Hala belediye’ye gidip adres bildirimi yapamamıştım. Bugün gideyim de adres bildirimi yapayım dedim ve belediye’ye gittim. Kendimi ev reisi olarak yazdırdım. Bir de kızım yanımda diye ekleteyim dedim. Belediyedeki memur bu çocuğun sana ait olduğunu ıspatlayan bir evrağın var mı? doğum belgesi de olur demez mi! İkimizin de Japon kimliklerini çıkarıp bak ikimiz de Türk’üz, soy isimlerimiz aynı, onun anne kısmında benim ismim var, daha nasıl ıspatlayabilirim dedim..
Bunun yeterli bir delil olmadığını, doğum belgesini getirmemi istedi. O zaman doğum belgesini siz çıkarın, bu çocuk bu şehirde, bu semtin hastanesinde doğdu. Bu belediye’ye doğum kaydı yaptırdık dedim. Ah! öyle mi biraz bekleticem sizi diyip gitti. 10 dakika sonra gelip eğilerek malesef arşivlerde kaydınız çıkmadı diye özür diledi. Ya nasıl kayıt olmaz? daha 13 yıl önce buraya doğum kaydını yaptırmışım, bilgisayardan olmasa da dosyalardan bulun desem de imkansız bir şey istediğimi anladım.
Türk konsolosluğuna dilekçe göndererek Türkiye’den doğum belgesini çıkartmam gerektiğini söyledi. Hemen konsolosluğu arayıp doğum belgesi için dilekçe nasıl çıkarabilirim diye öğrenip, boş bir kağıda “Aile nüfus bilgilerini” talep eden bir dilekçe yazdım. TC kimlik numaramı, İsim, soyisim, Japonya telefon numaramı ve adresimi yazıp içine de 1.200 yen evrak ücretiyle geri belgeyi postalamaları için pul yapıştırılmış boş bir zarf koyup postaladım.
Gitmesi, evrağın elime ulaşması 1 haftayı buldu. Japonya’daki Türk konsolosluğundan başvurduğum için otomatikmen japonca olarak geldi. Hemen belediye’ye tekrar gidip, o kağıdı vererek kızı adresime naklettirdim.
Japonya’da çocuklar ortaokul mezuniyetine kadar devletten aylık çocuk parası alıyoruz. Kız da henüz orta 2’ye gidiyordu. Japonya’ya döner dönmez babasının adresine kaybolduğumuz için çocuk parası da babasının banka hesabına yatırılıyordu. Babasının oturduğu yerin belediyesiyle kendi belediyemiz farklıydı. İki belediye arasında bir hafta boyunca defalarca git gel yaptıktan sonra çocuğu da kendi adresime naklettiğim için çocuk parasını kendi üzerimden çekmeye başladım.
Babası buna bir hayli sinirlendi. Çocuk parasını kendime aktardığım için mesajlar yağdırıyordu. Çocuk benle yaşayacağı için o paraya ihtiyacım olduğunu dedim. Zaten her ay yatmıyor. 2-6-10. aylarda yatıyor. Yani 3 ay da bir. Ama damlaya damlaya göl olur misali bana faydası olacak o paranın.
Çok şükür ilk tam maaşımı aldım.. Artık bankamda o ay beni rahat rahat idare ettirecek kadar param olmuştu. Bir gün bile tatil yapmadan çalıştığım için bir hayli fazla yatmıştı. Hemen ihtiyacım olacak kadar çekip, kızı da yanıma alarak Gyoumu süper market’e alışverişe gittim. Ne istersen al! Evin ne ihtiyacı varsa koy arabaya dedim. 10 bin yenlik alışveriş yapmışız. Erzakları eve zor getirdir. Bin şükür ki dolabımız tıka basa doluydu. Erzak dolabımız da var, ona da kuru baklagillerden ne varsa alıp koyduk. Tuvalet peçeteleri, el havluları, banyo havlusu, ucuzundan ikinci el eşyacısından çamaşır makinesi, temizlik malzemesi alıp evi tıka basa doldurduk.
3 bin yen malzemeler, 10 bin yen de çamaşır makinesi tuttu. Getirip kurdular hemen çamaşır yıkadık. Evin altında çamaşırhaneden idare ediyorduk iki haftadır.
Eşim sürekli mesaj göndermeye devam ediyordu. Bu mesajların ardı arkası kesilmiyordu. Artık iş tehdite dayanmıştı. Öyle şeylerle beni tehdit ediyordu ki tedirgin olmaya başlamıştım.
Evden ayrıldım ayrılmasına fakat bu sefer de evden ayrıldım diye beni türlü sebeplerden dolayı tehditler ediyordu.
ilk tehdit ettiği şey parasızlıktı. “Sen koca parası yemeğe alışıksın 2 ay zor dayanırsın, geçinemezsin, tek başına evi göremezsin, ev geçindirmek kolay değil, yarın öbür gün kapıma dayanırsın, kiramı ödeyemiyorum, faturamı ödeyemiyorum diye kapıma gelirsin” demelere başladı. “Aklını başına topla! ayrı ayrı iki kira vermeyelim, git kafana göre büyük bir ev tut oraya geçelim, geri zekâlısın, niye ayrı ayrı kira ödeyelim” diye baskı yapıyordu.
Benim derdim ne faturaydı ne de kira! Benim derdim uzun yıllardır bana çatık kaşlarla azarı basan bir kocayla ömür sürmemekti. Benle konuşurken düşmanıyla konuşuyor gibiydi. Sırtını dönüp ikinci yüzünü göstererek sesini kısıp, güler yüzle başkalarıyla konuşurken neden bana o yüzünü göstermiyordu? Her isyan ettiğimde de ben kimin için çalışıyorum yaaav, karnınızı doyuruyorum. Sanki karıya kıza mı gidiyorum diye susturuyordu. Herşey paraymış gibi, her şey sadece karın doyurmakmış gibi kendini öyle avutuyordu. İnsan gibi muamele görmek, güler yüz, tatlı dil, kısık sesle hal hatır sormak, gününün nasıl geçtiğini sormak, varsa bir sorunu seni suçlayarak değil de destek olarak sohbet etmek de bir görev olduğunu hiç bilmedi.
Bir şey anlatmaya korkuyordum. Kim ne yaparsa yapsın hep suçlu beni ilan ediyordu. Hiç destek verip sen haklısın demezdi. En ufak sorunda bile sorunlu olan taraf bendim.
Yolda yürürken bile varacağımız yere kadar da en az 50 kez azar işitirdim. “Niye insanların üzerine üzerine yürüyorsun, niye ortadan yürüyorsun, niye sağdan yürüyorsun, niye soldan yürüyorsun, niye insanlara çarpıyorsun, niye adama yol vermiyorsun,” ya ortadan da yürüsem soldan da yürüsem yol doluysa haliyle çarpışıyoruz. Ben çarpıyorsam eğer karşı tarafın hiç mi hatası yok? Yan yana onunla bir yere gitmekten nefret eder olmuştum. Ya bir insan eşiyle bir yere gitmek istememesi gibi kötü bir şey yok. Ona göre kendisi doğru yürüyor, ben hep yanlış yürüyordum.
Arabayla bile bir yere gidene kadar sağ koltukda beynimi si…. di. Araçta bile tartışırdık. Az sus allah aşkına yaaa. Trafikte tek hatalı sürücü ben miyim? O yanımdayken araba sürerken elim ayağıma dolanırdı. Ya bari burada bir şeyimi beğen! Yok o da hatalı.
Ya. İnanamıyorum Rabbim belasını vermiş sonunda yalnız kalmış
YanıtlaSil