15 Eylül 2022 Perşembe

Japonya’da yaz tatilini nasıl geçirdik?

Hamza’da okulu tatil olup Japonya’ya tatile (ne kadarı tatil belli değil) geldi. Arkadaşlarıyla görüşürken bir taraftan da iş bulma dergilerinden kendisine iş aramış. Evden eve nakliye, taşınma şirketini bulmuş. günlüğü 10 bin yen. Lise mezununa bu büyük bir mebla. Hemen iş görüşmesine gitti. Bir gün sonra da iş başı yaptı. Çocuk zaten tüm yıl derslerle boğuşmuş biraz dinlenmek için tatile memleketine gelip gezmek istemiş ama babası daha 19 yaşındaki oğluna bile “Bende beş kuruş yok, gelip çalışıp biletini kendin ödersen gel” demiş. O da bu işi araştırıp gelmiş. İyi para veriyorlar diye başladı işe.

Uniformalar, havlular, ayakkabı hepsini parayla aldırmış şirket. Babası fabrikada çalışıyor, oğlu taşınma şirketinde, ben kekçide, sıla da evde çalışıyor. Herkes kendince meşkul. Bir de Japonyanın en sıcak dönemindeyiz Ağustos ayı.. Duştan çıktığın an terlemeye başlıyorsun. Oğlan da, babası da akşam birer sırt çantası iki poşet dolusu su gibi terli üniformaları getiriyor. Akşam yemek saatinde herkes işten dönmüş oluyor. Yemek hazırla, sofra hazırla bir de her akşam terli iş elbiselerini yıka derken uyumam gece 12’yi buluyordu.

Bir ay izinsiz çalışıp kızla kendi bilet paramı biriktirdikten sonra hafta sonları izin almaya başladım. Patron onu da vermiyordu da ben yinede zorla koparıyordum. Çünkü tiyatro hafta sonu daha yoğun oluyor. Ama ben 3 aylığına tatile geldim biraz gezmek istiyorum dedim. Hafta sonu hepimiz aynı gün izin yapmaya çalıştık. Her hafta bir şehire gittik. Yemek paralarını eşim ödüyordu. Yol biletlerini, kalacaksak otel masraflarını ben karşılıyordum. Ortaklaşa geziyorduk.

Bazen akşam işten sonra japon arkadaşlarımla yada endonezyalı arkadaşımla sözleşip buluşuyorduk. 2-3 saat takılıyordum, eve geldiğimde adamın asık suratıyla karşılaşıyordum. Sürekli geziyormuşum, onunla ilgilenmiyormuşum, ben ondan uzaklaşmışım, birini mi buldun istanbulda diye tekrar başladı söylenmelere. 25 yıllık evliliğim boyunca hep yeminler etmek zorunda kalarak kendimi ispatlamaya çalışmakla geçti hayatım. Evli bir insanım nasıl olur? Birileriyle birlikte olup olmadığıma dair bana yeminler ettiriyordu! Ahiretimi yakmak istemediğim için öyle bir şey yapmak istemediğimi söylesem de adamın bana zerre kadar güveni hiç yoktu, olmadı da. Sebebini de bir gün anlatırım belki. o da uzun mesele işte neyse..

Sılayla benim 3 aylık sözde tatilimin sonuna yaklaştık. Bilet paralarıymış, evin yemekliğiymiş, temizlik malzemeleriymiş, Türkiye’ye götürmek istediğimiz özlem duyduğumuz erzaklarmış derken ancak biraz da kendime harçlık bıraktım ama telefon alacak param yetmiyordu. Sözde sadece biletleri bana kakaladı sanarken 3 ay boyunca boğazımızdan geçen lokmalarda benim üzerime kalacakmış meğersem.

Adama dedim telefonumu sen alacaksın, başka yolu yok. Hayatımda ilk kez Android kullanıyordum ve hiç beceremiyordum. Gelmişken de uyguna iphone alıp gitmek istiyordum. bir kaç gün zorladım, bana telefon al diye. Baktım ki bana telefon almayacak bende dedim o zaman biletin birini ödemiyorum banane! Telefonumu kendim alırım sende bir bileti ödersin dedim. Ancak öyle ikna oldu.

Sılayla ben önden geldiğimiz için Türkiye’ye de yine önden gittik. Hamza babasının yanında kaldı. Bir ay sonra da hamza döndü Türkiye’ye. O da kendine bir İphone 7 almış, bilet parasını tamamlamış bir de okul harçlığı için para biriktirmiş.

Yine iki çocukla tek başıma biz Türkiye’de babaları da Japonya’da yaşamaya devam ettik. Lise sınavlarım yaklaşıyordu. Derslere odaklandım, ingilizce derslerine aksatmadan katıldım. Karşıma çok farklı yeni bir eğitim için kurs çıktı hemen ona da yazıldım. Bu arada eş baskısı günden güne artmaya devam ediyordu.

14 Eylül 2022 Çarşamba

Japonya’ya çalışmaya gelmek

2 sene sonra nihayet Japonya’ya geldik. Benim de burnumda tütmüş japonya. Çocukları mana ettim ama ben de mahallemi, çocukların arkadaşlarının annelerini, kız kardeşim dediğim arkadaşlarımı, annem dediğim miyokomu ve endonezyalı arkadaşımı çok özlemiştim.

Eşim çalıştığı için “işten izin alamadım, trene atlayıp gelin” dediği için kızla birlikte 4 valizi ite çeke havaalanından bizim semte kadar trenle geldik. Ama yeni tuttuğu ev yürüme mesafesiyle bayağı uzakmış. Bir de 3 aktarma yapıp gelmişiz. En son vietnamdan aktarma yaptık ve  yemek vermediler. İkimiz de açlıktan ölüyoruz. Yanımda 2 bin yen vardı. Hemen bir japon restoranına girip yemek yedik, kendimize ancak gelebildik. Sonra verdiği adrese bakarak eşimin oturduğu semte kadar yürüyerek geldik. Yanımda başka para olmadığı için taksiye de binemedik.

Eve geldik, anahtarı posta kutusuna koymuştu. Şifresini söyledi biz de açıp anahtarı aldık. 6. katta oturuyormuşuz. Kapıyı bir açtım kii ne göreyim 6 metre kare karton kadar küçücük bir oda.. Biz varız 4 kişi. oğlan da gelecek! Türkiye’deki banyo bile inanın bizim evden daha geniştir. Şimdilik 3 kişi olduk, bir ay sonra da oğlanla 4 kişi olucaz. Hayatımda hiç böyle küçücük, daracık bir evde kalmamışım.. Bırakın eşyalarımızı çıkarıp yerleştirecek dolabı, valizleri bile koyacak yer bulamıyorum. gereksiz bir şeyler bulup attım da valizleri de üstüste koyup bıraktım. Sadece bozulacak, akacak şeyleri çıkardım. Ama onlar da açıkta kaldı. Çünkü evde otellerdeki gibi mini tezgah altı buzdolabı vardı. Aman allahım 3 ay boyunca nasıl yapıcaz dedim.

Ev tam takırdı ne yiyecek ne de yemeklik vardı. Kızla birlikte yiyip gelmişiz şükür. Kendisi de gelirken bir şey yiyip gelsin artık. Evde internet vardı ve ona bağlanıp “Biz geldik, evdeyiz” diye mesaj gönderdim. Eve dönerken de markete uğrayıp ekmek, süt, yoğurt vesaire acil bir şeyler getirsin diye de not ettim. Eşim işten döndü. Hoşgeldin falan sarıldı ama kızını çok özlemiş onunla hasret giderdi iyice. Bizim aramız çok kötü değildi o kadar ama iyi de değildi.

Çünkü zamanla beni farklı şeylerle suçlamalara başlamıştı. Kurslara gitmem, eğitim almam eşimin gözüne batar olmuştu. Benim birileriyle sevgili olduğumu itham ediyordu. O nedenden dolayı benim içim çok soğumuştu. Ama ne varki çocuklarımız var ve idare etmek zorundaydım.

Kızımla birlikte bir hafta boyunca Osakayı, Kyoto ve kobe’yi gezdik. Gezerken de eski çalıştığım patronumu aradım. 3 aylığına Osaka’da olduğumu, 10. ayda geri döneceğimi ve işçi lazımsa hemen gelip başlayabileceğimi söyledim. Sezon başıydı ve patronda deli gibi eleman arıyordu. Hemen yarın gel iş başı yap dedi. Zaten kesin dönüş yaparken bana  “Japonya’ya ne zaman dönersen ara beni, gel çalış “ diye söylemişti. Ben de iş hazır nede olsa diye ona güvenerek bilet parasını ödemeyi kabul etmek zorunda kalmıştım. 

Hemen ertesi gün sabah 8 de işe gitmek için hazırlandım. Babası da işe gitti. Sıla o zamanlar daha 13 yaşındaydı. Japonya’da o yaşta bir kız çocuğunu tüm gün evde yalnız bırakıp gitmek hiç içime sinmiyordu ama ne yapabilirdim ki? Ben de baba da işteyken sıla hep dört duvar arasında eve kapalı kaldı. Ben bu çocuğu neden getirdim buraya? Çocuk eski mahallesini, arkadaşlarını özlemiyor muydu? Hem çalışıp hem de hep bunları düşünüyordum. O kadar yorgun dönüyordum ki eve, inanın ayaklarımın altı su topluyordu. Çünkü ben o dükkanın satıcı elemanıyım. Tiyatro da çalışan ünlülerin karakterini kek yapıp tiyatroyu izlemeye gelen seyircilere satıyorduk. Her seansda en az 500 izleyici oluyordu. Ve sadece 30 dakikamız vardı. Patron deli gibi bağırıp çağırıyordu. Erkek elemanları tekme tokat dövüyordu. Biz kızlara da ağzının dolusuyla bağırıp çağırıyordu.

Sebep? O yarım saat içinde ne kadar çok tanıtım yapıp sipariş alırsak patron o kadar çok cebini dolduracaktı. Bir yudum su içmemize bile izin vermezdi. Ne zamanki tiyatro başlıyor o zaman 15 dakika molaya girerdik. Patronumuz da o zaman meleğe dönüşüyordu.

Günlük 8 ila 10 saat, haftanın 7 günü çalışıyordum. Kalbi öyle güzel bir kızım vardi ki eve geldiğimde o küçücük haliyle yemeğimi yapıp, soframı hazırlamış buluyordum. Bana çok büyük faydası oluyordu. Yemek yiyip, hazırlanıp onu dışarı çıkarıyordum. Bütün gün evde yalnız ve daha küçücük çocuk. Bir kaç saat gezdirip getirirdim. Ben de bu maksatla gezmiş oluyordum. Genellikle eski mahallemize giderdik. Arkadaşları okuldan çıkmış oluyordu o saatlerde, parkta buluşurduk. Sıla da onlara katılıp eğlenirdi. Bir kaç kez ben götürüp getirdim, sonrasında arkadaşlarına evi öğrettik sılayla birlikte gezmeye  başladılar. 

Ben yine aynı tempoda devam. İşten çıkıp markete uğrardım her akşam. Evin eksikleri tamamen benim üzerimdeydi. Eşim ilk 2 hafta harçlık vermişti bana. Ben işe başladıktan sonra onlarda kesildi. Çalıştığım yer haftalıkla çalışılan bir yerdi. Her hafta elimize nakit ödeme yapılırdı. O nedenle japonya’ya geldikten sonra ikinci haftadan itibaren harçlıklarımızı da, mutfak masraflarımızı da kesti eşim. O kira ile faturaları öder, ben de mutfak masraflarımızla gezme masraflarımızı karşılardım. Çalıştığım yerin saatlik ücreti ve günlük çalışma saati çok iyi olduğundan haftalık en az 80 bin yen alırdım. Kıtım kıtım harcar, bilet paraları içinde kenara koymaya başlamıştım.

Ben babamdan tutumlu olmayı, israf etmemeyi, gereken şeyi gerektiği kadar almayı öğrendim. Bu yüzden de haftalığımın 4/1 harcamaya bazen de 4/2 harcamaya gayret ederdim. gerisini banka hesabıma atar ne kadar biriktirebilmişim diye sürekli takip ederdim. Benim ilk hedefim iki biletin borcunu toplamak, geri kalan birikimimle de yeni çıkacak İphone 7 plus alıp Türkiye’ye dönmek. Hatta biraz da para götürüp özel ihtiyaçlarımı eşimin gönderdiği para dışında kendime harcamaktı. Hem 3 öğün evde yemek  hem de eşimin çalıştığı fabrika öğlen yemeği vermediğinden dolayı yanına yemek yapıp göndermek bir hayli tutuyordu. Ama yinede birikim yapmaya başlamıştım. 

Biz geldikten bir ay sonra da oğlanın üniversite sınavları bitmiş, üniversiteler de yaz tatiline gitmişti. Oğlana da bilet kestirip Rusya üzerinden Tokyo’ya , ordan da Osaka’ya getirdik. Hamza gelir gelmez hemen anaokul arkadaşlarından lise arkadaşlarına kadar buluşmalar yapıp 5 gün içinde herkesle görüştü. Bu sırada da iş bulma dergilerinden (Hallowork) dergisinden kendisine bir iş bulmuş.

13 Eylül 2022 Salı

40 yaşımdan sonra dışardan okudum

Japonya’dan Türkiye’ye dönüş yapmadan önce çok büyük borçlarımız vardı. Eşim 3. dükkanını iflasa verdi ve 4 milyon yenle iflas etti. Tam 2 yıl boyunca boğazımızdan , kıyafetimizden, gezimizden kısıp borcu el birliğiyle kapattık. Üstüne de 2 milyon yen de birikim yapıp Türkiye’ye dönüş için de paramızı hazır etmiş olduk. Çünkü 16 sene sonra Türkiye’ye kesin dönüş yapıyoruz fakat çatal, kaşıktan başka hiçbir çeyizim kalmamıştı.

2015’de Türkiye’ye dönüş yaptıktan sonra ilk yaptığım şey hamzayla kendimi bir sürücü kursuna yazdırmak oldu. O dönemlerde ilk okul mezunlarına son çağrıydı ve ben ilk okul mezunuyumdum. Hamza 18 yaşına girdi. ben de 40’larındaydım hep bir ehliyetim olsunda araba süreyim diye hayallerim vardı. Sınavlar, eğitimler derken oğlumda ben de aynı anda ehliyetlerimizi aldık. Peşinden de hemen ilk arabamız olan Gri renkli Peugeot 107 aldık. Sırasıyla bir oğlan sürüyordu bir ben. Ben götürüyorsam oğlan getiriyordu. Öyle böyle her ikimiz de iyi bir sürücü olduk. Hele de istanbul gibi bir yerde, daha da kötüsü Esenlerin eski ve dar sokaklarında bayağı bir iyidik.

Ama gel gör ki eşim araba sürmesini bilmiyordu. Askerdeyken 1995’lerde parayla şırnak’ta ehliyet almış ama cüzdanında eskiyordu. Oğlana neyse de ben onun yanında araba sürerken dışarıdaki insanlara karşı ezik hissediyordu. Tam bir gurur meselesi yapmıştı bunu. Biz uyurken defalarca sabah anahtarı alıp gizli gizli sürme denemeleri yapıyordu. Hatta bir keresinde 2016 yılında bir arabaya çarpmış ve o zamanki parayla 650 tl hasar çıkarmıştı karşıki araca. şimdi kesin 65 bin tl falandır.

Ehliyeti almam sanırım 4-5 ayımızı buldu ama bu sırada yine boş durur muyum? Hemen bir halk eğitim merkezine gidip dışardan açık öğretime yazılıp Ortaokula devam ettim. 6. sınıftan başladım. Son 3 sınıf kaldığı için 1 yıl içinde bitirebilirmişim ortaokulu. Öyle bir sıkı çalıştım ki derslere, o kadar güzel anladım ki sınavda çıkan soruları 3 sınavda bitirdim ortaokulumu. Diplama vermediler çünkü Lisede veriliyormuş. Ben durur muyum bu gazla? Lise’ye de yazıldım. Ama lise dersleri ortaokuldan çok ağırdı. Matematik, fizik, kimya vs. İngilizcem çat pat vardı ama o da yetersizdi ingilizce derslerinde. Hemen halk eğitim merkezinde ingilizce kurslarını arayıp eve en yakın olan bir yere yazıldım.

Ben ehliyet aldıkça, Ortaokul mezunu olup Liseye başladıktan sonra hele de ingilizce eğitimi de alınca eşim günden güne bana karşı değişmeye başladı. Kendini o kadar yetersiz hissediyordu ki bana karşı her beni aradığında muhakak sohbet arasında “Tabi sen şimdi okumuş oldun, ortaokulu bitirdin. ingilizce öğrendin beni beğenmezsin artık “ demeden sohbetimizi bitirmezdi. Her aradığında böyle ezilmesi benim de canımı sıkıyordu. Sen de Türkiye’deydin benimle birlikte gelseydin direksiyon dersi alsaydın, benimle birlikte açıköğretime yazılsaydın. Seni tutan kimdi? sen de yapabilirsin dedim. “Başka işim yokta bu yaştan sonra onlarla mı uğraşayım “ diyordu. Ben uğraştım başardım bak! Bir şeyim eksilmediği gibi arttı bile dedim.

Neyse ehliyet, araç, ingilizce, lise derken sıla Japonya’nın hasretine dayanamayıp babasından da aylar sonra izin alarak sonunda 3 aylığına tatile de olsa onun memleketine, mahallesine, bebeklik ve okul arkadaşlarıyla buluşturmak için Japonya’ya gittik. Sılayla ben önden gittik. Hamzanın sınavları vardı. Bizim yıllardır bilet aldığımız bir beyefendi var. Biletleri her zaman ondan alır, Türkiye’ye döndüğümüzde eline peşin öderdik. Eşim bu sefer de yine o şekilde biletlerimizi kestirmek istedi. Aradım biletcimizi kızla kendime kestirdim. 3 ay sonra döndüğümüzde peşin vereceğimi söyledim. Kabul etti ve aldım biletleri.

Ama gelin görün ki eşim bana şart koştu. Bende beş kuruş para yok! Buraya gelip çalışıp biletleri kendin ödersen gelin dedi. Benim tüm birikimim evi sıfırdan döşediğimiz eşyalara, oğlanın Yös dersanesine, Üniversite sınav harçlarına, ehliyetlerimize, kendine 1 sıfır km motorsiklet, bir sıfır bisiklete bir de arabaya gitmişti. Yani ben şimdi tatile mi geliyorum? çalışmaya mı geliyorum dedim. Sen bilirsin, gelmek istiyorsan gel bir iş bulup bilet parasını kazan sen ödersen ancak öyle gelebilirsin dedi.

Benim pok ciğer çocuklarım benim için çok değerlidir. Sıla’nın japonya’yı özlemesi, arkadaşlarını özlemesi içime dokunuyordu. Çünkü ben de onun yaşlarındayken süleymaniyeden esenlere taşınmıştık ve benim geçirdiğim en zor yıllar o zamanlardı. Hep kendi yaşadıklarımı hatırladım. El mahkumdu ve kabul etmek zorunda kaldım. Hani şehirden köye çalışmaya gider ya insanlar benimki de o meseleye dönmüştü. Japonya’ya gezmeye değil de çalışmaya gidecektim.

Bu arada hamzanın bileti içinde aynı şartı koştu bana. 3 ay içinde 3 biletin parasını kazanamam. Ben hiç tatil yapmayacak mıyım? hiç dinlenmeden 30 gün hep çalışmam gerek o zaman dedim. Baktı ki ben 3 bileti kaldıramayacam oğlana da aynı şartı koştu. Oğlan da kabul etmek zorunda kalarak çocukluk arkadaşlarını görmeye gitmek istedi.

Eşim 3 ayda bir toplu olarak o zamanki parayla 1-2 kere 5 bin tl ile 9 bin tl göndermişti. Ben de evin faturaları, mutfak masrafı, çocukların okul harçlığı, akrabaların düğün takıları vs. harcıyordum. Elimde az bir harçlık kalmıştı olanı da eşim türkiye’den gelirken bana şunu getir, bunu getir diye bir valiz canının istediği şeyleri aldırdı.

12 Eylül 2022 Pazartesi

Türkiye’ye kesin dönüş yaptık ama!

Bu bloğu 2016 da açtığımda 4 kişilik bir aileydik. Oğlan Lise’yi bitirmiş, Üniversite için Türkiye’ye getirme planları yapıyorduk. Eski takipçilerim iyi bilir. Uzun zamandır blog yazılarıma ara vermiştim. Sanırım 4 yılı geçti. Bu 4 yıl içinde hayatım çok değişti. O eski ben ben değilim. Yazmaya dönmek istedim ama ya işten fırsatım olmadı yada hayatımdaki olaylardan fırsat bulamadım diyelim. 

Hamza 4 yıllık İstanbul üniversitesini kazandı, ama 1 yıl sınıfta kaldığı için 5 yılda bitirdi okulu.

Sıla bu sene Lise son sınıf. Önümüzdeki sene Nisan’da okulu bitiyor. Bitmeye yakın yurtdışında İngilizce dil eğitimi almayı planlıyor. Üniversiteye gitmek istemiyor. İngilizce eğitim aldıktan sonra Havayolu şirketlerinden birine girmek istiyor. Olursa hostes, olmazsa yer görevlisi vs.

2015’e geri dönelim. Türkiye’ye kesin dönüş yaptık. Hamzayı önce 1 yıl Yös hazırlık kursuna gönderdik sonra da yös sınavlarına girip “istanbul üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi” ni kazandı. Sıla’yı da mahallemizde bir ortaokula yazdırdık.

1 yıl alışmaya çalıştık Türkiye’ye. Hamza alıştı, hatta çok sevdi Türkiye’yi ama sıla bir türlü sevemedi, alışamadı. 1,5 yıl geçtikten sonra babası da Türkiye’de yapamadı çocuklarla beni Türkiye’de bırakıp Japonya’ya kesin dönüş yaptı. Ben çocuklarla kaldım. Benim için hamzanın eğitimi çok önemliydi. Onu yalnız bırakmak istemiyordum ama bir taraftanda sıla her gün ağlıyordu Japonya’ya dönmek istiyorum diye.

Hamza artık üniversite 1. sınıf oldu. Okulunu öğrendi, arkadaşlar edindi. O bir nevi hayatını düzene koydu şimdi ikinci önemli olan şey sılaydı benim için. Onun da eğitimi benim için çok önemliydi. Bir de Türkiye’deki Yös sınavlarını görünce, iyi bir üniversiteye girmesi daha rahat olduğunu öğrenince sıla’yı alıp japonya’ya geri dönme isteği gelmeye başladı içimden.

Hamza, ben tek yaparım. beni merak etme diyince tamam Japonya’ya geri dönelim demeye başladım. İstanbul’daki ev kendimize ait. Sıfırdan eşya alıp dayayıp döşedim. Hamzanın ne kira derdi vardı ne de eşya derdi. Evden okula da otobüsle 20 dakikalık bir mesafede oturuyoruz. Hamza tamam şimdi sıra sıla’nın hayatını düzene sokmaya geldi.

Eşime artık bizde geri dönmek istiyoruz demelere başladım. Her konuşmamızda bundan bahsediyordum ama o kabul etmiyordu. Oğlan orda tek kalacak, yapamaz, edemez! Çocuk ilk kez Türkiye’de yaşıyor başına bir şey gelir diye engel olmaya başladı. Ama tek çocuğumuz hamza değil! Sıla’yı da düşünmemiz gerektiğini anlatmaya çalıştım. Sanırım 3-4 ayı buldu. Yok bir türlü ikna edemiyordum. Sıla araya girmeye başladı. Sürekli ağlıyordu, sızlanıyordu. Sonunda ikna oldu ve kabul etti. İyi tamam kızla birlikte 3 aylığına tatile gelin dedi.

2017 nin Temmuzunda sılayla ben önden Japonya’ya tatile geldik. Bizden 1 ay sonra da hamzanın okulu yaz tatiline girdi, o da sonradan geldi. 3 aylığına gelmek belki sıla’ya iyi gelir diye buna da razı oldum.

Youtube Kanalima Abone Olun

Sosyal Medya Kanallarimdan da Beni Takip eddebilirsiniz