28 Şubat 2016 Pazar

Japonya'da Üzüm bağlarında piknik "ぶどう狩り"

Yazı geçirdik. Denize, tatile gittik ama bir hiç pikniğe gidemedik.
Kızımında Doğum günü. Hediye olarak ne alsam diye düşünürken aklıma piknik geldi.
Klasik park pikniklerinden sıkılmıştım. Bir değişiklik olsun istiyordum ama ne?
Farklı bir piknik olmalı dedim. internete otur ve araştır dedim kendime :p
Bilgisayarın başına oturdum (her zamanki gibi) "ピクニック" piknik diye yazdım.
Karşıma sürekli bir site çıkıyordu..
Üzüm bahçeleri resimleri vardı,"ぶどう狩り-Budou gari" üzüm bağları veya (üzüm toplama) yazıyordu.
Çok ilginç geldi bana. ilk defa üzüm bağları görücem diye heyecanla aradım orayı.
Yolu öğrendim, fiyatları aldım, saat aralıklarını sordum. Çokta yakınmış bize üzüm bağları. Evden çıkıp bağlara girmemiz 1 saati bile tutmuyormuş.
Yan komşumuda alıp çıktık yola:) "JR" ile gidiliyormuş.
Evede yakın JR "imamiya-今宮" dan bindik tren'e 30 dakika sonra "JR Kashiwabara-JR柏原駅"da indik. Aktarma veya bekleme falan hiç bişey yok.
Tek trenle çok rahat vardık. İnince gişeden dışarı çıktık ve kapıda bizi elinde pankartla bekleyen
özel şoförümüzü gördük:) Tatlı, samimi bir beydi.
Elimiz'den çantalarımızı aldı. Arkadaşın çocuk arabasını aldı. Bize sadece oturmak düştü:)
istasyon'dan bağlara kadar 10 dakika sürdü.Yine aynı şekilde bize yardımcı oldu adam.


Girişte ücretler ödeniyor. Büyük 1100 yen, ilkokul 800 yen, çoçuk 600 yen.
Mandalina bahçeleri gibi saat sınırı yok burada.
Hafta içi 9~13 arası, Hafta sonu 9~15 arası.
Geldiğimiz bağ tepe aşağı olduğu için içi dikti bayağı:) düz olaymış iyi olurmuş:)
İçeride ayağı kısa pazar tahtası gibi birşey yapmışlar. Üzerine oturuyorsun.
Örtümüzü örtük oturduk. Üstünü sera gibi kapatmışlar.
O gün için hazırlıklar yaptık. Kek, börek, japon "おにぎり-Onigiri" si vs.
Japon çayı "麦茶-Mugi cha"(Arpa suyu çayı). Meyve suyu almadık yanımıza.
Zaten meyve bahçesine gidiyoruz:) ilk kez üzümü dalından koparıp yedim.
Çok güzel birs şeymiş.sabah 9 dan akşama kadar ye:)
Yiyebildiğimiz kadar yedik. Fazlası zarar:)
Gittiğimiz yer bir köy. Çok doğal. Bazı evlerin önünde sadece birer tane keçi ve tavuk var.
Köy dediysem bizimkiler gibi değil. Öyle ahırlar,  koyun sürüleri, büyük baş hayvanlar yok.
Bildiğimiz kasaba gibi ama köy adı. Küçük konbini marketi var.
Az bir mesafe ötede küçük bir köy tren istasyonu. Herkesin kapısında özel arabası.
Yolları geniş ve dümdüz. Evleri en az 50-100 yıllık. Yeni yapı hiç yok.
Bağın dışına çıktık biraz dolaştık. Küçük bir göleti ve ormanı var. Tepe üstünde bir yer.
Osaka ayaklarımıza serilmiş. Muhteşem manzarası var bağların.
Hani japon filmlerindeki evler varya. İşte o evlerle dolu heryer:) çok tarihi, çok muhteşem hakiki japon köyü ve japon evleri.. Her evin önünde eski bir çamaşır makinesi var onu anlamadım koca evde neden kapı önünde?

Evin arkasında da bahçe  yapmışlar. Organik mis gibi domates, biber, patlıcan, maydanoz, kıvırcık.
Aklınıza gelecek tüm salata malzemesini kendileri yetiştiriyor.
Bizimkiler uzakta yapıyor bu bahçe işlerini. Ama japonlar evin arka bahçesinde yapıyor.
Günlük orada geçiriyor zamanını.
Köy ama kasabaya çok yakın. Böyle yerlerde büyük market işi zor oluyor.
Genelde yaz tatillerinde küçük köylerde geçirmeyi çok sevdiğim için çok zorlanıyoruz alışveriş işinde.
Sagolsun kaldığımız pansiyon sahipleri veriyor bize bisiklet.
Öyle hallediyoruz yeme, içme işini:)
Neysee yedik, içtik insan sıkılıyor bir süre sonra:)
Çıkarken isterseniz, kilo işi olarak satın alıp götürebiliyorsunuz.
Arkadaşımla ben, birer kilo alıp eşlerimizede götürdük.
3 saat kadar birşey kaldık bağlarda. Sonra haber verdik araba bizi istasyona kadar bıraktı.

Bizim gittiğimiz bağların iletişim bilgileri: Ağustos 10 ila ~ Ekim 15 ne kadar açık.
hafta içi sabah 09:00 öğlen 13:00 arası, hafta sonu 09:00 öğleden sonra 15:00 e kadar açık.
Telefon numarası 072-971-8308

26 Şubat 2016 Cuma

Japonya neden rahat bir ülke?

Soru : Japonya neden rahat bir ülke?
Cevap : Bana sürekli bu soru soruluyor.
Türkiye'ye her gittiğimde, eş dost japonyamı rahat? Türkiyemi? Diye soruyorlar.
Tek cevabım; Japonya! Tabikide.
Son zamanlarda sağolsun ziyaretçilerim. Bu blog sayfamdan
YouTube kanalımdan ve Facebook sayfamdan çok sık sorar oldu bu soruyu.
Bende bir başlık açmak istedim bu konu hakkında.

Japonya'nın eksileri ve artıları: Japonya'ya geldiğimde dil yoktu. Bir süre tanımakta güçlük çekmiştim kendilerini. Ama zamanla tanıdıkça hayranlığım her geçen yıl bir kat daha arttı.
Başka bir ülkede yaşamadığım için öyle bir insancıl, öyle bir saygılı millet başka bir ülkede yaşıyormu bilemem.
Zamanla tanımaya, gözlemlemeye başladıkça çözmeye de başladım onları.
Sabah ailecek evden çıkıyorlar akşam geliyorlar. Evde boş oturan, serseri, işe yaramaz hayat yaşayan bir birey göremedim.
Anne/Baba işe gidiyor, çocuklar'da okula.
Okuldan geliyor, yarım saat sonra geri çıkıyor.
Okul ve eğitimle ilgili yazım için tıklayın..
Ellerinde "手提げ-Tesage" bez çantalarıyla çocuk koşuyor resmen. Gittikten iki saat sonra geliyor, başka bir tesage- bez çanta elinde yine koşturuyor (evden çıkarken oyalanmamak için her özel ders için farklı çanta kullanıyorlar)

Cumartesi, sırtlarında birer çanta ile anneyle çocuklar yine acele acele bisiklete binip bir kurs'a gidiyorlar. Pazar günleri anne, baba, çocuk sabahtan çıkıyor akşam geliyorlar.

Benim çocukların okulu manasıyla tanışıyoruz.
Okuldan gelip, dışarı çıktıklarında soruyordum hergün. Nasılsın? Nereye? diye.
Yüzme kursuna gidiyorum, Piyano kursuna, Dans kursuna, Jimnastik kursuna diye her seferinde farklı kursa gittiklerini söylüyorlar.

"算盤-Soroban" Abaküs kursuna gidiyorum diyor. Ya hiç boş kalmazmısın diyorum gülüyor çocuk:) yok diyor. Bazıları sadece pazar günü, bazıları da hiç tatili olmuyor.
Bir japon ailenin %90 nının evinde bir evcil hayvanları oluyor.
Kedi veya köpek. Genelde köpek daha çok besleniliyor.
Çocuklu bir aileyse ve yaşı büyükse çocuğa veriliyor bakım görevi o evde.
Yani o yaşta bir canlının canı emanet çocuğa? Gezdirmesi, yemeği, dışarıya tuvaletini yaptırması. Çocuk zaten okul, özel ders derken birde evdeki sorumluluktan o kadar çok çabuk olgunlaşıp, anlayışlı bir birey olarak büyüyorki yanından geçerken gülümsediğinizi görünce, selam verip eğilerek gülümsüyor.

Çocuk öyle bir yetiştiriliyorki, gittiği o kurslardan birini kendine hedef olarak seçiyor.
Beyni dolu çocuğun. Etrafından etkilenecek zamanı yok.
Bizimkiler gibi 7/24 tv başında ve internette tecavüz haberleri, hırsızlık haberleri, namus cinayetleri, dolandırıcılıkla ilgili farklı fikirler veren haberleri izlemiyor.

Onlardan birini örnek almıyor kendine. Üniversite çağına kadar çocuk, dolu dolu yaşıyor.
Akıllı, iyi eğitim almış, sorumluluk sahibi, çevreye saygılı, büyüklerine saygılı, kendinden küçüklere sevgili ve hayvanlara merhametli bir birey olarak çıkıyor.

Ebeveynler bile lise çağına gelmiş bir Kız/Erkeğe karışma hakkı görmüyor kendilerinde.
Her insan kendi hayatını yaşayabilir, özgür bir bireydir diyor (biraz fazla özgür olması da benim kanımca tehlikeli)

Yanımda çalışan çok kız'a denk geldim, annesiyle  konuşmalarına.
Kız sabahın 6'sında çıkmış evden, okuluna gitmiş. Okul'dan "バイト-Baito" iş'e gelmiş.
İşte de 3-4 saat çalıştıktan sonra arıyor anneyi, "Akşam arkadaşlarla Karaoke" ye gidicez geç gelirim beni beklemeyin" diyor. Bu kadar özgüvenli bir genç. Bu kadar kızına güveni sonsuz anne.
Türkiye'de olsa kızın gece yarısı sokaklarda ne işi var? Kız sabaha karşı dışarda gezerse, tabiki başına birşey gelir deniliyor.
Japonya'da yapılana değil! Yapana odaklanılır.
Kız ister mini giyer! İster içki içer, ister sabaha karşı eve gelir, isterse arkadaşında kalır.
Onun özgürlüğünü kısıtlayamazsınız diyor japonlar.
Hani derler ya "Özgürlükler ülkesi Amerika" Japonya Amerika'dan daha özgür bir ülke.
Kendim bile gece 12 de 1 de eve dönmüşlüğüm çok olmuştur.
Arkama bakmadan etrafımı, çevremi kontrol etmeden çok rahat yürüyorum.

Ne olursa olsun Japonya'da kadın hakları birinci planda. Kadın cinayetleri, sapıkları yok mu? derseniz olmazmı! Âlası burada.. Ama dediğim gibi suç kurbanda değil, suçluda bulunur..
Bir market çalışanı bile size enerjisinden enerji veriyorsa, iyikide bu markete gelmişim hissi tattırıyorsa. Bir güler yüz, bir tatlı sözle karşılıyorsa.
Bu ülkeden ayrılmak istemezsiniz benim gibi:)
Üniversite mezunu geneli. Ve iş sahibi kadın çok.
Türkiye gibi akraba, komşu dedikodusu yok.Tabiki Japonya rahat bir ülke diyecem :))

Türkiye'nin eksileri ve artıları: Japonya'ya gitmeden önce türkiye'de 26 sene yaşadım.
Ve o 26 senedir de açık cezaevinde yaşadığımın farkına taa Japonya'ya gidipte, dil öğrenip sokağa çıkmaya başladığımda anladım.
Türkiye'de, eş dost ne der? Kolu komşuya ayıp olur. Aman Babam beni öldürür. Anam kızarlarla büyüdüm evlendim. Ondan sonrada koca, kaynana, kaynata korkusu başlıyor.

Yani anlayacağınız Türkiye'de başkaları için doğuyoruz, büyüyoruz, evleniyoruz ve yaşıyoruz.
Zaten eğitim şurada 3-5 senedir gelişmiş. Mecburi eğitimden dolayı, eğitim düzeyi liseyi anca bulmuş bir milletiz.
Birde hala kendi bekarlık, gelinlik döneminde  kalmış anne ve kayınvalidelerin dilinden kurtul kurtulabilir sen:)

Türkiye'de hayvan sevgisine hiç gelmeyelim diyecem ama, gelmek istiyorum!
Kaç çocuk bir hayvanla büyüdü? Hayvan sevgisi ve merhamet duygusu aşılandı?
Sen çocukken bu duygularla büyümezsen, büyüdüğünde insana karşı sevgin, saygın olurmu?
Çocuklarımızın eğitimi sadece okulda alfabe öğrenmekle bitiyor sanıyoruz.
Hayır! Eğitim her dalda olmalı.
Spor..
Müzik..
Dans..
Bunlarla büyümeli çocuk. Türkiye'de çocuk okuldan geldimi, çantayı atıyor bir köşeye. Ya TV karşısına. Ya bilgisayar başına. Ya elinde oyun. Yada sokakta boş boş işler peşine düşüyor.
Çocukların bir hobisi yok! Bir meşkalesi yok! Geleceğe yönelik bir planı yok.

 

İki çocuk büyüttüm Japonya'da. İkisine de bende onlar gibi özel eğitim vermelere başladım.
Oğlum: "Karate" ," Judo", "Gitar" , "Eskrim", " Kixboks" "Amerikan futbolu"
Kızım: "Bale" , " Piyano" , "Buz pateni" eğitimleri aldı.
Oğlum şuan gelecek için. 1. Üniversite bitirmek. 2. Judo Antrenörlüğü sertifikası alma planları içinde.. Kızımsa Buz pateni eğitmeni olmak istiyor.
Çocuklarınıza bir hedef sağlayın, çalışkan, iyi bir birey olmalarına elverişli ortam sunun.
İnsana da, hayvana da, doğayada saygılı ve anlayışlı olur.
Bu yaşadığım çevre üzerinden konuştum. Belki bu yazdıklarıma uzak biriyseniz duygularımı ve düşüncelerimi anlayamazsınız.

24 Şubat 2016 Çarşamba

Japonya'nın sağlık ve hastane sistemi

En başından beri bloğumu okuduysanız Japonya'ya "Böbrek tedavisi" için geldiğimi iyi bilirsiniz.
Yani Japonya'ya geleli, ömrüm hastanelerde geçti :)
1. Sigortalı olma
Japonya'ya gelir gelmez 1 yıllık vize işlemlerime başladık. 10 günü buldu almam.
Vize alındıktan sonra yabancı nüfus cüzdanımı aldım.
Özel Sağlık sigortama  başvurumu yapıp birkaç gün sonra sigortalı'da oldum.
Sıra geldi iyi bir Böbrek hastanesi bulmaya.


2. Tedavi Başlangıcı
Patron'un japon eşi'nin araştırmaları sonucunda Esaka'da bulunan "井上- İnoue" hastanesine başladım.
İlk önce dahiliye bakıyor Türkiye'deki gibi.
Sonra Nefroloji'ye yönlendirildim. Çok sevimli ve saygılı doktoru, hemşiresi ve görevlileri var.
Sıralama tüm dünya'da olduğu gibi idrar, kan, röntgen verildi ve çekildi.
Türkiye'deki gibi tahlilini vermek için sıraya gir. Röntgen için git randevu al.
Çıkınca kuyruğa gir, çıktıyı al getir doktora ver onlar yok burada.
Türkiye'nin sadece özel hastaneleri gelişmiş.
Çapa/Cerrahpaşa gibi devlet hastaneleri sağlıklı insanı bile hasta eden sistem hala devam ediyor :)
Japonya'da devlet hastanesi/özel hastahane diye değilde hangi dala bakıldığıyla ayırt ederseniz, en iyi hastaneyi ve doktorları bulmuşsunuz demektir:)
Anlayacağınız, sistem aynı sistem.
Zengin/Fakir ayırt edilmeksizin aynı muameleyle karşılaşırsınız.

Her hastanenin bir karşılama görevlisi vardır.
Sizi kapıda karşılar ve niçin geldiğinizi sorar?
Bir kaç dal bulunan bir hastanedeyseniz, rahatsızlığınızı söylersiniz.
Sizden sigorta kartınızı ister. Hala sigortanız geçerlimi değil mi bakılır bilgisayardan.
İşlem merkezdeki görevli sizin geldiğinizi yukarı hemşireye bilgisayar yoluyla haber verir.
Sizede dosyanızı verip hangi kat veya numaradaysa tarif eder gönderir.
Eğer ilk gelişinizse, sizi karşılayan görevli size refakat edip Dr. kapısına kadar kendi elleriyle götürür. Hemşirenin yanına çıkıp dosyanızı hemşireye verip buyrun oturun diye size yer gösterilir. Ateşli bir hastalıksa derece verilir, ateşiniz ölçülür.
En fazla 3-4 kişi olur önünüzde. Hemen sıra gelir. En fazla 15 dk beklersiniz.

3. Hastahane'de yatma
Japonya'da hastahane'ye 3 kez yatmışlığım oldu.
Biri böbrek, biri doğum, diğeride kadın hastalıklarından.
Hastalık olmasa, japon hastahanesinde yatmayı çok seviyorum desem yalan olmaz:)
Hastahane değilde 4 yıldızlı otelde kalıyorsun sanki:)
Benden özel eşyalarımı getirmemi istediler.
(Yüz havlusu, el havlusu, diş fırçası ve macunu, bardak,kaşık)
Aşağıda resepsiyondan otele giriş yapar gibi yatış girişimi yaptım.
Bir görevli valizimi alıp asansörle odama, yatağıma kadar getirdi beni.
Yatışlar sabah 10 da başlar. Sabahtan yatış yapıldığı için hiçbir şey yapılmıyor yarım gün.
Tek kişilik odada da olsa 4 kişilik odada da olsa her yatağın çevresi kalın bir perdeyle çevrili.
Akşama kadar ertesi gün için gelen gelene.
Ameliyat hane görevlisi gelip nasıl bir ortam olduğunu anlatan bir katalog getiriyor.
Oturuyor yatağın yanında yere diz çöküp izin istiyor
Buyur dedikten sonra başlıyor anlatmaya.
Ameliyathanenin resmini gösteriyor. Yatış pozisyonunu tarif ediyor. Kaç saat süreceğini söylüyor. İlk neyle başlayıp, nasıl devam edip, nasıl bittiğini gösteriyor.
Peşine doktorun geliyor. Moral verip rahatlamanı sağlamak için espiriler yapıyor:)
Onun peşine sana refakat edecek hemşiren geliyor. Sabah ilk yapılacakları anlatıyor.
Narkoz uzmanı geliyor her hangi bir heyecan, rahatsızlık, tedirginlik varmı diye kontrol ediyor.
Akşam yemeğim geldi. Ameliyattan önce son yemeğim 24 saat aç bıraktılar sonra:(
Akşam hemşire gelip serum takmaya, kan almalara başlıyor. Sabaha kadar 2-3 serum yiyorsunuz.
içine ne katılıyorsa artık!
En az 5 tüp kan alınıp sabaha tahliller yetiştiriliyor.
Sabah 8 de ameliyatlar başlanıyor. Erkenden ameliyat önlüğünü getirip giydiriyor hemşire.
Sıran gelince hemşire ve hasta bakıcı sedyele gelip ameliyathane'ye kadar götürüyorlar.
Japonya'da refakatçiye ihtiyaç yok.
Sadece ziyaretçi olarak geliyor aileler.
Tüm hasta bakımları, hasta bakıcıları ve hemşirelere ait.
Ameliyatın ilk iki günü hemşireler yemeğini yediriyor, suyunu içiriyor.
Sıcak su ve sıcak havlu getirip, tüm vücudunu silip temizliyor.
Türkiye'de aileden biri hastahanede yattığında hem hasta hemde aileler rezil oluyor.
Burada hastalar, bilir kişiler elinde çok daha iyi bakılıyor.

Hastanede banyoda bulunuyor. Hemde öyle bir tane de değil:) her katta 4 tane banyo var.
Önünde de sıra cetveli. Sabah 6 dan akşam 9 a kadar. İçinden bir saate ismini yazıyorsun.
Saatin geldiğinde o banyoya kimse adımını bile atmaz.
Çünkü o saatte birinin geleceğini biliyor diğer hastalar. İstersen her gün banyoya girebiliyorsun.
Her yataklı katta çamaşırhaneler var.
Makineye 300 yen atıyorsun,
1 saatte yıkıyor, duruluyor, sıkıyor veriyor eline:)
Mis gibi kokan yumuşatıcısıda içinde.Yani eve çamaşır göndermeye gerek yok.
Yatan hastaların çoğu yaşlı ve kimsesiz olduğu için düşünülmüş herhalde bu?

Sıcak su ve sıcak japon çay çeşitleri bulunan bir makinesi var.
Küçük bir bölüme konulmuş.Yanınızda çay veya su bulundurmak zorunda değilsiniz.
Kendinize ait şişe veya bardakla, istediğiniz zaman doldurup içebiliyorsunuz.
Bardak unuttuysanız kağıt bardaklar var .Ama ameliyatlıken tehlikeli olabilir.
Yiyecek öğünlü, içecek sınırsız:)

Genelde hastahaneler 5~10 katlı olabiliyor. 5-6 kattan sonrası yataklar başlıyor.
Katın birinde restaurant oluyor. Birinde market. Birinde kantin. Yani sokağa, caddeye, dışarı pijamalarla çıkmaya gerek yok:)
herşey binanın içinde mevcut.
Hastahane'de bedava internette var:) Tabletini, telefonunu istediğin kadar kullanabiliyorsun.
Her yatak başında kendine ait televizyonun oluyor. Ama televizyon kartı almak zorunlu.
Günü birlik veya haftalık kartlar olarak satılıyor.
TV nin önünde girişi var.
Kullanacağın zaman yerine tak izle. İstemediğinde TV kapat kartı durdur.

Hasta ziyaretine gittiğiniz zaman sakın haa çiçek götürmeyin:)
Çiçeğin her türlüsü yasak! Saksıda olanı, demet olanı.
Yapay çiçek getireni görmediğim için ona birşey diyemem.
Neden çiçek yasak?
Japonya'da en çok görülen allerji "Polen" dir. Neredeyse %80 nine yakın Japonlarda polen zamanları aksırmalara, tıksırmalara rastlarsınız.

4. Hamilelik dönemi ve Doğum
Bu konuya bir önceki yazımda değinmiştim.
Bayağı bir detaylı şekilde anlatmıştım.
Ben 2004 de doğum yaptığım için. Şuan biraz farklılıkları olabilir. Ama işlemler ve sistem hala aynı şekilde devam ediyor.
Geçen sene Türkiye'den yeni gelmiş bir bayan arkadaşım için her ay onun kontrolüne ben gitmiştim.
Tercümanlık için yardıma ihtiyacınız varsa her zaman yanınızdayım:) önceki yazımın linki alttadır.
Hamilelik yazım bu linkte..

22 Şubat 2016 Pazartesi

Japonya'da Annemle Mandalina Bahçelerindeyiz (みかん狩り)

Annemin ziyaretlerinden birinde de bağ, bahçe dolaşalım dedik.
Tam da hasat, bağ, bahçe zamanında gelmişti bu sefer.
Üzüm bağları, mandalina bahçeleri, çilek seraları.
Haziran ay'ı gibi başlıyor,Aralık gibi bitiyor.
Annem Eylül'de gelmişti. Biz de mandalina bahçelerine gitmeyi seçtik.

Yine her zamanki gibi oturdum PC başına:) internetten Mandalina bahçelerini aramaya koyuldum.
"大阪みかん刈り" (Osaka Mikan gari) diye arattım. Rurubu. com diye bir site çıktı karşıma.
Osaka diye arattığım için, Osaka haritasının içinde bulunan tüm bahçeleri listeleyip sunmuş site:)
Oradan sadece bölge bölge semtleri, bahçeleri, giriş ücretlerini ve eve en yakın olanını seçmek düştü bana:)
Site'de "上ノ太子- Kaminotaishi" de bulunan, "上の太子観光みかん園"
Bahçelerini beğendim. Hem gidilişi kolaydı hemde manzaralı ilginç bir yer gelmişti bana.
Namba'dan Midousuji'ye binip, 6 dk'da Tennoji'ye indik.
Tennoji'den "Kintetsu" trenine geçtik.
"Kintetsu Minami Osaka Yoshinosen Normal-近鉄南大阪・吉野線下り・普通"
Trenine bindik. 31 dakikayı geçkin gittikten sonra. Yolun yarısında "Furuichi (Osaka)-古市大阪" istasyonunda, tren aktarma yaptık.
5 dakikalık kısa bir yolculuk sonunda da
"Kaminotaishi-上ノ太子"ye vardık çok şükür:)
Evden çıkıp oraya varmamız 1 saati buldu.
Tepenin bir ucunda çıkışı çok zor (meğersem servisleri varmış ama biz bilememişiz:)
Zorlanmıştık tırmanırken.
Niye telefon etmediniz biz gelir sizi istasyondan alırız diyince bakakaldım:)


Ama misss gibi bir hava. Hem doğanın kokusu hemde mandalina ağaçların kokusu birbirine karışmış.
Geldik çattık kapıya:) yani ödemeye. Kişi başı ödeme yapılıyor bu bahçelerde.
Bir kişi 900 yen. İlkokul çocuğu 800 yen.
3 yaşından büyük çocuk 600 yen. Bebekler bedava. İshal olana kadar ye:)
10/. ayın 1'de başlıyor, 11. ayın 30 na kadar sabah 9:00 dan öğleden sonra 16:30 a kadar.
Bütün gün değil yâni:) sınırlama koymuşlar.
Temizlik için mi? Yoksa az yenilsin diyemi?

Bitişiğime ilk kez bir türk taşınmıştı o aralar. İlk kez komşuculuk oynuyorduk:)
O yeni gelin gelmişti Japonya'ya. Dil diş ondada yoktu. Ben nereye oda oraya anlayacağınız:)
Ablalık yapıyordum kızcağıza:) onu da kızlarını da aldım yanımıza birlikte gittik.
Hiçbir yeri bilmiyor. Geldi geleli doğumlar, çocuklar derken evde geçiriyor tüm gününü.
Annem de arkadaşta bayıldılar bahçelere. Sınırsız yedikk yedikkk yedikkk.
Niye yiyorsun? Neden koparıyorsun? Ne yapıyorsun? Diyen yok.
Bizim mübarekler öyle bir koparıp biriktirmişlerki,
Yemeyle bitiremedik! Eve dönerken satın alıp gidebiliyorsun.
İki boy çanta satıyorlar. Büyüğü 1000 yen, küçüğü 500 yen.
İkimizde ayrı ayrı 500 lükten aldık. Topladığımız mandalinaları tepeleme doldurduk.
Yere dökülene kadar sınırsız doldurabiliyorsun:) bizde öyle yaptık!
Hatta kollar kapanmıyor dökülecekler diye:) arttı da geride.
Artanları görevlilere veriyorsunuz. Bahçede bırakmak yasak.
Servisi öğrendiğimiz için, inerken haber verdik gelip bizi aldılar.
İstasyonun kapısına kadar bıraktılar. Siz siz olun bunu hatırlayın:)her bağ, bahçenin servisi var.
Geç oldu ama bir dahaki gezilerimizde haberli gittik:)

Annemin Japonya gezisi

Anam anam garip anammm
İnsanın anası gibi varmı bu dünya'da?
Dünya'nın bir ucundaki evladı için cesaretini kırıp, tek başına yollara düşen kadın!
İlk yıl 2005'de (babam sağ) iken çok istediler yanıma gelmeyi.
Yurtdışına çıkmışlığı olduğu için ikisininde pasaportları hazır, uçak korkuları yok.
Fakat Japonya'ya vize gereklimi ne onlar nede ben biliyordum.
Eskiden Taksim'de olan Japon konsolosluğuna gitmişler.
Oradaki japon görevliye, Japonya'da kızımız yaşıyor yanına gitmek istiyoruz demişler.
Bayanda amca ben Japonya'daki gümrük görevlisi olsam sizi içeri almam.
Neden?
Dil yok, diş yok, yol bilmiyorsunuz.
Saçmalığa bakarmısınız yaaa!


Havaalanından alacak insanları var, Kalacak adresleri var! Dili dişi olacak rehberi var.
En önemlisi de ailesi var. Bu nasıl bir insanki vazgeçirtiyor bu insanları.
Kendi ana babası Türkiye'ye yanına gelirken iyide neden benimkine mani oldu anlayamıyorum hala.
Bilet alma kalmış sadece. Herşey hazır.
Bir ihtimal bir gidelim soralım ya geri gönderilirsek diye demişler ve korkmuşlar..
Çok dil döktüm,. Araştırdım, sorusturdum 90 gün turistlik vize anlaşması varmış.
Ama gelde iki yaşlıya bunu anlat.
Gelmediler! 2005'de biz tatile Türkiye'ye gittik.
1 ay kalıp geldik. 4 ay sonra babamın acı haberi geldi. Gittim ama ne canlısına, nede cenazesine yetişebildim!
Köye gömüp gelmişler ben vardığımda.
Yeni gelenlere de benide götürün diyemedim.
Zaten 10 günlüğüne kısa izin alıp gitmisiz.
Yâni anlayacağınız hala içimde bir uhde kaldı.
Babamla burada bir anım hiç olmadı! O konsolos bayanın yüzünden.
Millet akın akın Japonya gezisi yapıyor.
İki yaşlı kızına gidecek, ben olsam sizi içeri almam!
Babamın vefatından sonra annemi ikna ettim. Cesaret verip gelmeye karar verdirdim.
Ama nasıl?
Sen gelip beni alıp götürürsen dedi:) iyi tamam dedim. 2005'in tatiliyle, 2006'nın cenaze ziyaretinden dolayı yılda iki kez Türkiye'ye gitmem bayağı bir birikimimizi bitirmişti.
Bende o zaman 2009'da gelicem o zamana kendini hazırla aynı güne bilet ayarla birlikte döneriz dedim. Gün geldi çattı. Yıl 2009 :) bir aylık Türkiye tatilimizi yaptık. Dönüşü annemle aynı güne ayarlayıp, ilk kez  Japonya'ya dönerken gözyaşları olmaksızın güle eğlene Japonya'ya döndüm:)
Her yıl arkadan ağlayan ana olunca, zor geçiyordu dönüşlerim.

11 saatlik zorlu bir uçak yolculuğumuz bitti.
Japonya'ya vardık, sağ salim indik.
Annem'de görmüş olacak girerken hiçbir zorluk olmadığını. Görünce ve yaşayınca çok pişman oldu.
Bu kadar kolay olduğunu bilseydim o kadının dediğini dinlemezdim, babanıda getirirdim dedi. Neyse adamın burada yiyecek ekmeği yokmuş diyoruz artık.

Annem, Japonya'ya inmemizle göz bebeklerinin büyüdüğünü farkettim :)
O kadar heyecanlı, o kadar neşeliki tarif edemiyorum :)
1. Kızının evini gördü ilk kez.
2. Japonya gibi bambaşka bir kültürü tanıyacak.
Annem gelecek diye yaz tatilimi uzattım. Birlikte gidilecek yerler, yapacak işler çok:)
İlk önce evin çevresini gezdirdim. Sonra Namba, Shinsaibashi, nipponbashi osakayı bitirdik.
Birde öyle bugün yoruldum yarın evde oturalım demiyor:) Her gün gezdir beni diyor:)
Ama her gittiği yere uyum sağlaması.
Hiç yorulmaması çok işime geldi.
Sevip sevmeyecek diye her yere götüremiyordum. Birde deli gibi alışveriş yapıyor haa:)
Bunu oğluma, şunu kızıma, bunu şu torunuma diye iki valiz hediyelik aldı:)
Kendi evinede ilginç ilginç aletler, eşyalar:)
3 aylığına geldi.

Zorlandım her gün bugünde nereye götürsem diye:)
Bu aralarda da Türk bir-iki aile geldi Osaka'ya.
Fethullah okullarının hocaları.
Onların sohbetleri oluyordu bende katılmaya başladım. Annem çok seviyordu bu ev gezmelerinide.
Bütün Türk-Japon bayan arkadaşlarla kanka oldu:)
Millet bayılıyordu annenin muhabbetine:) onlarda benim gibi anasız babasız sonuçta.
Bir nevi ana özlemini gideriyor insan.
Çünkü yok büyüğümüz dediğimiz bir yaşlı.
Osaka'yı, Kobe'yi, Kyoto' yu Osaka'ya yakın bir kaç şehri dolaştırabildim en fazla.
Sağolsun annem elimi cebime artırmıyordu:)
Japonya'nın kaplıcalarına götürdüm bir kaç kez.
Ba-yıl-dı :) çok sevdi. Japon ailemizde davet etti. 3 gün de onlarda kaldı.
Artık annemi tutana aşk olsun:) Osaka'yı karış karış öğrendi:)
Arada bir işyerimden telefon geliyordu. Çalışanlardan biri işe gelmeyince yerine beni çağırıyorlardı.
Öyle günlerde annem tek kalıyordu evde.
Bir bakıyordum işe yanıma gelmiş:)
Şaşırıyordum nasıl bulabildin yolu diye:) sen getirmiştin ya bir kere ondan aklımda kaldı geldim diyor:)
Sağolsun kızı kreşe götürüyordu her sabah. Akşamda almaya.
Sıkıldıkça tek çıkıyordu evden. Bir geliyordu şurda hal buldum.
Şurda manav buldum diyerek elini kolunu doldurup geliyordu.
Buzdolabımızın bereketi hiç bitmiyordu maşallah hep dolu:) malûm tek tek satın aldığımız için sebzeleri.
Bu kadar meyve, sebze dolduğunu çok fazla göremiyorduk :)
3 kanka oldu bizim Japon aile ile Türk aile büyükleri:) çok sevdiler birbirlerini.
Ne faydaki dil diş yok her iki tarafta:)) benim kızı yanına veriyordum, o çevirmenlik yapıyordu yaşlılara:)
onun dışında el işaretiyle çok iyi anlaşıyorlardı:)
Dedim 3 gün nasıl anlaştınız? Annem gülüyor hemen:)
Açıktım demek için karnımı gösteriyordum, su için bardağı, lavabo için kapıyı, gezme için camı, uyuma için iki elimi yanağıma koyuyordum:) aynısını karşıda öyle yaparak anlaşmışlar:)
Japon annemde geçen sene Türkiye'ye anneme gitti bir aylığına.
Annem, bir sabah kahvaltı için pastaneye götürdüm poğça, börek yedik çok beğenmiş evede aldı evde de yedi dedi.
O günden sonra pastanenin poşetini atmamış saklamış.
Meğersem çıkartıp poşete vuruyormuş elinide yola doğru gidelim yapıyormuş.
Bir ay kaldı, bir ayda o poşeti hiç atmamış kadın. Her sabah pastaneye gitmek istedi dedi.
Çok hoşuma gitmişti:)
Birbirlerini çok güzel ağırladılar anlayacağınız:) gerçektende kadın ne yapacağını, nereye götüreceğini şaşırıyordu.
Japonlar'da minnet borcu kolay kolay ödenmez.
Yapılan iyiliği mezara girene kadar unutmazlar.
Annem 2-3 yılda bir gelmeye başladı:) hemde tek başınaaa :))
Japonya'yı çok seviyorum, özlüyorum diyor inanırmısınız? bizden çok seviyor buraları.


Gördüğü bütün kimonolu kızlarla, tapınak görevlileriyle, ilginç bulduğu yerlerle resim çekmekten benim parmağım yoruldu artık:)
700'ü geçkin resim doluydu makinesi :)
Babam'dan sonra emekli oldu. Allaha şükür gelirleride var ve tek başına. Bundan sonra gezecek ne yapsın?
Bizim içinde ilaç gibi oluyor annemin gelmeleri.
Çocuklar ilk kez 4 kişilik aile dışında bir de anneanne diye biri varmış! Bu kavramı öğrendiler.

Hiç büyük aile içinde yaşamadıkları için yadırgadılar uzun bir süre.
3 ay süre için'de alıştılar varlığına. Türkiye gezilerinden biliyorlar tanıyorlar ama sadece bir aylık akrabalığı benimseyemiyor çocuklar.
Bu 4 kişilik aileye birde anneannelerini kattılar dünyalarına.
Çocukların bile hayatları değişmişti.
Hep çevrelerinde gördükleri anneanne, babaanne sevgisini ilk defa tadıyorlardı.

21 Şubat 2016 Pazar

Kyoto'ya Kar Ziyareti :)

Osaka'ya yaşamaya gelenler veya osaka'da olupta kar görmeyenler.
 Osaka'da kar yağmaz. Yağsa da havada suya dönüşüp yere düşer.
O yüzden bu yazım sizlere gelsin:) kar görmek için alternatif yol aşağıdaki yazımda:)
Çocuklar kar nedir bilmiyor.
Osaka, Japonya'nın güneyine kalıyor.
O yüzdenki Türkiye'nin güneyi gibi bembeyaz bir kış mevsimi yaşayamıyoruz.
Oğlan, 2-3 yaşlarında türkiye'de ne gördüyse onunla kaldı.
O yaşta her ne kadar hatırlıyorsa artık?
Biz bile kar'a hasret kalmıştık. Yıllardır elimize kar değmemişti.

Türkiye'yede sadece 7. 8. Ay arası gittiğimiz için, hava hep sıcak olur.
Dedim bu kış, Osaka'ya yakın bir şehir'de, farketmez nere olursa olsun çocukları alıp kar'la tanıştırıcam:)
Bu arada biz de hasret gidericez:)
Yılbaşı sabahı erkenden kalktık. Heryer kapalı olduğun'dan, babada izinli evde.
Sokaklar in cin top oynuyor.
Bütün herkes memletine, ailesine gitmiş.
Tv açık haberlere bakıyorum. Dört gözle hangi şehirde kar yağmış takip ediyorum:)
Baktım, Kyoto'da kar yağıyor. Heryer bembeyaz. Muhteşem manzaralar.
Çocuklara seslendim, çabuk montları giyinin "Kyoto'ya gidiyoruz".
" aylavyu" filmindeki sahne gözümün önüne geldi şuan. Cesikayı istemeye, "Kalkın, kloradaya gidiyoruz" demesi gibi:)
Saat sabahın 09:00 gibi birşeydi.
Giyinip çıkmamız 15 dakika'yı Buldu.


JR istasyonu, bisikletle 5 dk. Atladık bisikletlere, bileti alıp trene oturmamız yarım saati buldu.
Trende, Kyoto'ya 45 dk kadar sürdü. Yaniiii anlayacağınız yılların hasreti 1 saat içinde bitti:)

Namba'dan, Ocağın 1'i ama hava günlük güneşlik!
Kyoto'da heryer kar beyazı. Ne ilginç bir iklim ve coğrafya? Bitişik iki şehir ama hava şartları çok farklı.
Kız ilk kez kar gördüğü için nasıl tutulacağını bilmiyor.
Yere çömelip bir dizini kar'ın üzerine koyup kar almaya çalışıyor:)
Geç farketmiştim, dizleri sırılsıklam olmuş.
Ev'den çok uzağız ve yanıma hiç yedek kıyafet almamıştım.
O gün çocuk donmuştu valla:(
Ahahaha adam da. Çocuklar gibi, kar'ı görmesiyle oyuna başlaması bir oldu:)
Dile kolay, 15 senedir hiç kartopu oynamamış:)
sabah 11:00 gibi inmiştik Kyoto'ya.
11:00'den akşam 19:00ya kadar karla oynamaktan BIKMADILAR :)

"Kinkaku jinja" muhteşem Altın Köşk.
Kyoto'nun baş tacı. Hep yaz mevsiminde gitmiştik.
Hiç kışını görmemiştim. Meğersem yazından çok kış manzarası güzelmiş.
İlk kez kar manzaralı resimleri çektim.
Hala'da bu manzarayda kaldık.
Çoğu arkadaş Hokkaidōya, oraya buraya kayak merkezlerine gidip kayıyorlar.
Çocukları, 3-5 senede bir kar görüyorlardı ama biz gidememiştik bir türlü.
Yıl'da bir kez tatil izni aldığı için, hem yaz hemde kış izin almak mümkün değildi.
Biz de bu şansı sadece yaz tatillerinde kullanmayı tercih ediyorduk :)

18 Şubat 2016 Perşembe

Üniversite için Japonya'dan Türkiye'ye gelmek..

Yurtdışında liseyi bitiren öğrenciler için; sınavsız istediği üniversiteye girme hakkı var deniliyor.
Ve bizim gençlerin çoğuda "yurtdışında lise son 3 sınıf okuyup, mezun olup, istediğim üniversiteye giderim" diye yurt dışını istiyor.
Türkiye'dekiler "ne güzel gelip hemen istediği üniversiteye gidebiliyorlar, biz de gece gündüz çalışıp, bir yer kazanamıyoruz" diye yabancı öğrencilere kızıyorlar:)
İşin aslı öyle değil!
Oğlum japonya'ya geldiğinde 4 yaşındaydı.
Geldikten 3 ay sonra anaokulu'na başladı.
2 sene sonra ilkokula geçti. Ortaokul ve liseyi de Japonya'da bitirdi.
Yani çocuk kendini bildi bileli japonya'da.
Bari üniversiteyi'de Türkiye'de okusun dedik.
Çünkü çocuk %99 japon oldu.
Geleneklerimizi, adetlerimizi tanımıyor bilmiyordu.
Ramazan da bile oruç tutmakta zorlanıyordu.
Hem iki ülke kültürünü pekiştirir hem de Türkiye, Japonya arası şirketlerde çalışır maksadıyla liseyi bitirip üniversite için Türkiye'ye getirdik.


Japonya'da okullar 3/8 gibi bitiyor.
Mezuniyet töreni, karne, belge vs. derken bütün evraklar ve işlemler 3/20 sini buldu.
Yurtdışında okuyup mezun olan öğrenciler; Türkiye'de, "YÖS" (yabancı öğrenci sınavı) na girmek zorunda.
Öyle bildiğiniz gibi elini sallayan giremiyor istediği yere:)
Türkiye'de ÖSYM varsa bu çocuklarında YÖS sınavı var. Ve yurtdışından geldikleri için Türkiye'deki dersleri almamış oluyorlar.
Öğrenciler yabancı, fakat sorular yerli:)

Bu sınav her yıl, 4.-5. Aylar arasında üniversitenin kendi sınav tarihlerinde oluyor.
Her hafta bir üniversitenin sınavına ayrı giriyorlar.
Yani Türkiye'dekiler gibi bir kere girip puanı hangi üniversiteyi tutuyorsa onu seçme gibi bir hakları yok.
Biz biletleri 4. Ayın 3'ne aldık getirdik oğlanı.
İlk yaptığımız şey; cağaloğlu'ndaki Milli eğitim müdürlüğüne gitmek oldu. Japon diplomasına denklik belgesi onayı almak gerek.

Nüfus kağıtı fotokopisi, pasaport kopisi, japonya'dan getirdiğimiz okul diplomasi aslı.
Hepsini verdik bir hafta sonraya gün verdiler.
Gidip denklik belgemizi aldık.
Oğlum " Endüstri Mühendisi " olmak istiyor.
Bizde araştırdık, iki üniversite seçtik.
"Yıldız Teknik" ile "İstanbul Üniversitesi".
Başvuruları yapıp, harçlarımızı ödedik ve sınav tarihlerini beklemek için bir ay erken geldik.
İnternetten geçmiş dönem; bu iki üniversitenin geçmiş sorularını indirip biraz çalışalım dedik.
Çocuk bakıyor bakıyor anlamıyor! Ben bunu bunu bunu işlemedim diyor! Neredeyse hiçbirini anlamadı.
Al acele özel matematik hocası tuttuk.
Bir ay çalıştılar. Ama öğretmen; bu sorular çok zor!
bu çocukta çok yetersiz dedi.
Matematik, İQ ve geometrik sınavına girecek.
Türkçe, fizik, kimya, sosyal, tarih yok.
Fakat Türkiye'nin matematiği ile Japonya'nın matematiği çok farklıymış!
Çocuk sınava 3-5 gün kalaya kadar çalıştı özel hocayla.

İlk önce yıldız tekniğin sınavına girdi.
Sonuç " Başarısız ",
2. İstanbul üniversitesi sonuç " Barajı geçti " fakat düşük tercihler çıktı.
İstemedi bu tercihleri. Şehir dışı şansı daha yüksek oluyor onu'da ben istemedim.
Kimsemizin olmadığı bir şehirde okumasını istemiyorum malum ortalık kötü ve çocuk yabancı.
Ailesine ve akrabalarına yakın olsun, takip edilsin diye Ataköyde " Metropol Dershaneleri " ni buldum irtibata geçtim.

Hafta içi 4 gün 7 aylık kurs 6 milyardı.
Hafta sonu kursları; Cumartesi, pazar yarı fiyata.
Biz hafta içini seçtik başladık. 7 aylık bir eğitim alacak.
Bu sene 2. şansını tekrar deneyecek.
Üniversiteyi kazanıp, tercih yaptıktan sonra yapılması gereken tek bir şey kaldı!
O da Diplomayı Türkçe'ye çevirtmek. "Yeminli ve noter tastikli" olmalı.
Sakın yabancı öğrenciler gelip istediği yere giriyor diye kızmayın.

İşin aslı cidden öyle değil! Suriyeliler geldi üniversitelere girmeleri kolaylaştı diye çok kargaşa çıkmıştı.
Değil Suriyeli yavru vatan Kıbrıslı gençlerimiz bile kolay kolay giremiyor istediği bölüme. içinizi ferah tutun:)

Sırf Türkiye'de iyi bir üniversite okurum diye de yurtdışında didinip durmayın:) veya okulun yanı sıra YÖS sınavına çalıştıran, şehrinize en yakın şubesinden (henüz Japonya'da şubesi yok) eğitiminizi de alıp hazırlıklı gidin Türkiye'ye:) bizim gibi bir yılınızı yakmayın.
Tanıdığım arkadaşlar genelde Türkiye'ye özel üniversitelere gönderiyor.
Bu arada bu yazım 2015-2016 eğitim dönemi için geçerlidir. İleri yıllarda değişme olasılığını göz önünde bulunduralım.
(Kendi yaşadıklarımızı yazılarıma döktüm.
Ne eksik ne fazla)

Yılbaşı Yemeği Osechi Ryouri.(おせち料理)

Japonya'da yılbaşı geleneksel Yeni yıl yemeğine "Osechi ryouri-おせち料理" denir.
Bu gelenek "Heian" döneminden bugüne kadar sürdürülüyormuş.
Japonların en sevdiğim aile geleneği, kültürü bir araya gelişlerin en güzel nedeni yılbaşı yemeğidir.
Büyük şehirlerde ve merkezlerde ailelerinden uzakta yaşayıp yılbaşını tek geçirenler, büyük marketlerden ve avmler'den "Jubako" denilen bambudan yapılmış lake ile kaplanmış kat kat olan kaplarında satılan osechi ryourileri satın alıyor. (hazırları ciddi pahalı fiyatlar'da)
12. Ayın son 1-2 gün kala alışverişler yapılır.
Serin bir yerde saklanır.
Bozulacak et ürünü varsa buzdolabında tutulur.
Ben'de her sene olmasa da arasıra katıldığım, osaka'nın kuzeyinde olan, kobe şehrine bağlı İkeda semtindeki japon ailemin evine gidiyorum.
O gün evin kızı, gelini, komşusu ve iki kızkardeşini bir araya getiren bu koca yürekli annemizin evinde toplanıyoruz.
Herkes 2 veya 3 çeşit birşey hazırlayıp getirmiş.
Bende içli köfte ile mercimek köftesi yaptım farklı birşey olsun diye:)
Çeşit ne kadar çoksa yeni yılın bereketi'de o kadar  çok olduğuna inanılıyor.
Yılbaşı'nın ilk 1-2-3 günü evde yemek pişirilmiyor.
Nedeni?
Yıl boyunca sürekli evdekilere yemek yapmakla hükümlü olan evin hanımını yılın ilk birkaç günü yemek yapmadan rahat etmesini sağlamakmış.
Hatta bulaşık bile yıkanmıyormuş:) içini temizleyip kenara koyuyorlar?
veya makinede bekletiyor? Ne kadarı doğru bilemem:)


Geleneklerine göre yılbaşına son 1 gün kala bir araya toplanıp çeşit çeşit yemekler ortaya konulur.
En son ev sahibi beyaz japon pilavını pişirip, gelen ev ve ahali sayısına göre ayırır, herkesin getirdiği "jubako"kaplarına bölüştürüp paketler. O paket 1. Ayın 1'i sabahına kadar kesinlikle açılmaz, yenmez, el bile sürülmez!

Kaç aile katılmışsa o kadar çok kap ve çeşit demektir.
Kaplar ve çeşitleri farklı olabiliyor.
Bizim hazırladıklarımız 16 çeşit olmuştu.
Annemizin anlattığına göre; Her yiyeceğin bir anlamı varmış. 
Örneğin: Bir çeşit deniz yosunu olan Konbu 'keyif',
Karidesler ‘uzun ömür’,
Tatlı siyah fasulyeler ‘sağlık’,
Ringa balığı havyarı ‘doğurganlık’,

Teriyaki sosunda hamsiler iyi bir ‘hasat’,
Tatlı kestane ve tatlı patates püresi ise ‘mutluluk’ ifade ediyormuş. 
Amaaaa malesef ben hepsinden yararlanamadım!
Çünkü çoğu yiyeceklerde domuz katkısı olduğu için çok azı kadarını alabildim:(
10 çeşit yiyebildiğimiz, birde beyaz pilav 11:)
Yemekler hazırlanmış, bir güzelde paketlenmiş olarak yılbaşını karşılamaya hazırız artık:)
Gelsin yeni yıl. Yiyelim osechi ryourimizi:)
Çok güzel değilmi süslemeleri? İnanın kıyamadım açmaya.
Fakat yemezsekte bozulacaklar:)
Ama hala bu bambu jubako kabını saklıyorum:) Atarmıyım hiç seneye yine lazım olacak:)

Japonya ve matsurileri (八坂神社祭り)

Japonya'nın bahar festivalleri çok meşhurdur.
Her şehrin kendine has bir tapınağı, her tapınağında bu 7 tanrı'dan (七福神 Shichi Fukujin)birine inancı vardır.
Naniwa-ku bölgesinde genel olarak Ebisu tanrısına inanılır.
1.Hotei(布袋)
2.Jurojin(寿老人)
3.Fukurokuju(福禄寿)
4.Bishamonten(毘沙門天)
5.Benzaiten(弁財天)
6.Daikokuten(大黒天)
7.Ebisu(恵比須)

Osaka'da bir çok tapınak ve tanrıların festivalleri birbirine yakın zaman aralıklarla yapılır.
İlk önce Namba'nın en meşhur yasaka jinja'nın matsurisi yapılıyor.
7/13-17 arası yıla göre değişiyor başlangıcı.
Ortalama 13-14 bazı yıllarda 16-17 arası.
Bu zamanlarda osaka'da bulunursanız kesinlikle katılmanızı tavsiye ederim.
2 gün sürüyor Matsurimiz.
Festivale katılmak isteyen çocuklar için başvurular 15 gün öncesinden yapılıyor.
Tapınağın veznesine gidip çocuğun adını, hangi okuldan, kaçıncı sınıf olduğunu yazdığınız bir form veriyor görevli.
Çocuk başına 3 bin yen ödenip doldurduktan sonra çocuğunuz o yıl ki şölenlere katılıyor.
15 gün her cumartesi kendilerine has, farklı farklı bir kaç oyun/dans eğitimi veriyorlar.
15 gün sonra festivalin yapılacağı yerler hazırlanıyor. Pazara benzer tezgahlar kuruluyor.
Daha çok çocuklara yönelik yemek, içmek, oynamak için.
Festival günü festivale katılacak çocuğun okulda önemli bir dersi yoksa o gün okuldan resmi olarak izin alıyor.
Çünkü okul adına da katılmış sayılıyor.


Öğle saati 11 gibi tapınakta toplanıyor tüm görevli, gönüllü veliler ve festivale çıkacak çocuklar.
7. Ayın tam ortası olduğu için sıcakların en tavan yaptığı döneme geliyor genelde:)
Tapınağın asırlardır sakladığı sadece festival döneminde yılda bir kez çıkarttığı davullar çıkıyor meydana.
Dev gibiler. her bir davulun başında 4 çocuk.
4 veya 5 el arabası gibi büyük tekerlekli arabaların tepelerinde.
Flüte benzer bir çalgıyla ve davullarla başlanıyor semti gezmeler.
Her caddesinde, her sokağında özellikle önemli şirketlerin önlerinde, güneşin tam tepeye çıkmış bir vaktinde 4 saate yakın yürünüyor.

Her yarım saatte bir mola veriliyor gölge bir yerde.
Bazen büyük AVM lerin önlerinde klima esen kapı ağzında, bazense çarşının serinlik bir köşesinde.
Yabancıların ilgi ve alakaları hoşuna gidiyor insanın:)
Bazı çocuklar çok küçük oluyor.
İlkokul 1. Sınıfta kucak istiyor annesinden:)
Her birinin elinde yelpaze ve akşamdan hazırlanıp dondurucuya konup dondurulmuş buz gibi Mugicha (arpa çayı) içiriliyor çocuğa.
Ve şemsiyeler baş tacımız:)

Evettt şehir gezisi bitti evlere dönülüp terler atıldı, üst baş temizlendi, karınlar doyuldu.
Akşam 5 gibi tapınakta buluştu.

Çocuklar 15 gün boyunca öğrendikleri dansları sergilemeye başladılar.
Biz velilerde ellerde kamera, hayran hayran izliyoruz yavruşları:)
Çocuklardan sonra teyzeler çıkıyor.
Farklı farklı şehirlerin danslarını sergiliyorlar.
Osaka, Hokkaidō, Fukuoka ve Okinawa.
Çok eğlenceli oluyor bu festivaller.

Tüm semt hatta kasaba bir aile oluyor.
kolu komşu hep bir arada yabancı yok herkes birbirini tanıyor.
Önceki gün sokakta yanında geçince selam vermediği, tanımadığı alt komşusu bile o gün tanışma vesilesi oluyor. Öyle bir bağ kuruyorki bu mahallenin bahar festivali insanları kaynaştırmak adına çok büyük bir vesile oluyor.
Kızımın dans görevi bitti.
Sıra geldi kendi arkadaşlarıyla serbest gezmeye:)
Hemen tekrar eve koşuldu ve bu sefer de geleneksel yaz kıyafeti olan Yugatalar giyildi.
Saçlar başlar yapıldı birazcıkta süslenildi ve eğlencenin ikinci yarısı başladı.
Pazarın tadı çıkarılacak:) gelsin Kakigoriler, gitsin takoyakiler:)
Oğluşumla ilkokul 1'den beri arkadaşı Kato ile kız avına çıkmalar:)
yakışıklı maşallah ikiside, kızların ağzı bir karış açık gülüşüyorlar:)

Matsuride çok yabancı var.
Merkez olduğu için çevre yabancı oturanlarla dolu.
Çoğu da bizimkiler gibi giymişler yugataları festivalin büyülü havasına girmişler:)
Özellikle de tapınağın bahçesindeki ilginç orijinal japon dansları ve gösterileri izlemek için akın etmişler.
Benim prenses tam bir japon!!
Ben türk değilim diyor habire:)
kendini onlar gibi görüyor çocuk.
Onlardan eksik birşey olmasın bende istiyor.
Anlayacağınız türk bir ailede orijinal iki japon yetişti:)

16 Şubat 2016 Salı

Japonya'da çalışmak

Belki bu yazımda japon arkadaşlarımız bana kızacak bizi kötü tanıtmış diyecek ama gördüklerimi, yaşadıklarımı yazmak istedim sizlere.
Bütün japonya geneli için diyemem bu yazdıklarımı.
Osaka ile Tokyo insanının karakteri bir değil.
Nagoya'da yaşayanlar da biz böyle bir şey görmedik yaşamadık demesinler lütfen.
Çünkü her şehrin insanının karakteri faklı farklı.
Ben Osaka'yı biliyorum, Osaka'daki bir kaç büyük ve küçük esnaflarla çalıştım, yaşadım ve gördüm.
Kusura bakmayın sizi ne kadar çok seviyorsam patronumdanda o kadar nefret ediyorum.
Üstlerinize göre siz ister memur olun, ister işçi, onun gözünde bir hiçsiniz.
İş alemi o kadar zorki Japonya'da. Ezilmek, hakarete uğramak, dayak yemek, küfür işitmek çok normal karşılanıyor.
Çok samimi, çok sevdiğiniz arkadaşınız gözünüzün önünde dayak yerken, birşey yapamamak ne kadar acı olduğunu benden iyi kimse bilemez!
Ses çıkaramıyorsunuz.. Sebep?
İşten çıkarılma korkun var.
kendilerini sizden üstün görenlerde emin olunki nelerle karşılaşmıştır o mevkiye gelmek için.
İlk iş gününüzde size hoşgeldin derken aklından neler geçirdiğini tahmin bile edemezsiniz:)
Sıra sende diyor göz bebekleri:)
Hele birde bir  yabancıysan!
Sesin soluğun kesiliyor gördüklerin karşısında.

İş bulmak için japon'a karşı %10 şansın var demektir.
Onların o firmaya verebileceklerinin yanında seninkisinin adı bile edilmez.
O yüzden bir şirket çalışan alacağı zaman ilk tercihi kendi milleti oluyor! sen ikinci plandasın hep.
Bir iş buldun mu herşeye göz yummaktan başka çaren var mı?
Kendi insanına 3 iş buyurmuşsa sana 10 iş buyuruyorlar.
İşe başlayalı 6 ay olmuş, eğitimlerini almışsın artık yetiyorsun herşeye. Ben iyiyim ustayım diyorsun.
Bir japon alıyorlar, işe başlayıp eğitim alması 10 günü bulmuyor başlıyor sana iş öğretmeye, emir vermeye!
Sen onun üstüsün herkes de biliyor kendiside biliyor.
Ama aradaki fark? O japon sen bir yabancısın.
emir verebilirmiş!
Çok işte çalıştım. Bu sadece bir yere has bir sistem değil. Her yerde aynı muameleyle karşılaştım! Karşılaşanı gördüm.


McDonald's ta başladım ilk çalışmaya.
2006'da eşimin çalıştığı yer bir anda kapanınca işsiz kaldı adam. Çocuk'da kucağımda 1,5 yaşında daha. Hemen koştum belediyeye, acil Kreş aradım buldum.
kapı kapı dolandım MCDONALDS'da iş buldum.
McDonalds %50 den fazla yabancı çalıştırıyor.
Merkezdeki şubelerinde turist çok olduğu için müşterilerine iyi hizmet vermek adına koreli, çinli, İngiliz çalışan arıyor özellikle.
İlk türk elemanı'da ben olmuşum:) 3 günlük eğitim aldım.
Eğitim döneminde bile maaş alıyorsunuz:)
Osaka'nın Namba Ebisuhonmachi shoutengai deki MC de başladım. Orda tek o var zaten.
Japon, Çin, Kore ve bir Türk 4 uyruk elemanla çalışmanın zorluğunu anlatamam size:)
Koreliler çok vurdum duymaz ve bencil.
Kendi milletinden başka dost tutmaz.
Çinliler çok kıskanç, çekemez başarılı birini.
Japonlar çok diktatör, emirci, hüküm sahibi hissediyor kendini. Senin bir alt kademen de olsa emir verir!

Bendeniz bir Türk, azimli, çalışkan, kendini gösterme çabasına girmiş, bir kül kedisi:)
Yumruğu vuran alıyor ağzımdan lokmayı:)
Valla üstümünde emrine koşuyorum, altımında.

Yeterki tatsızlık çıkmasın.
Biliyorum haklıyım çoğu yerde ama olay büyüyor.
Japonlar çok çabuk parlıyor  büyütüyorlar meseleyi. Alttan alan hep bendeniz.
2 sene dayandım o çalışma temposuna.
iki yıllık müdürüm Ocat'taki McDonalds'a geçti.
Yerine bayan bir müdür geldi.
Koyu milliyetçi çıktı kadın. İki sene sorunsuz haftanın 5 günü çalışırken nedensizce haftanın bir günü, 3 saatine düştüm?
Sorunca kemküm! Anında attım üniformayı bugünde çalışmıyorum dedim çıktım gittim eski müdürümün yeni yerine 2 senede orda çalıştım. O 4 senede bir 10 sene daha yaşlanmış olarak çıktım tamamen mcdonaldsdan.

3 aylık bir iş arama sonunda Yoshimoto (吉本)Tiyatrosunun kastela (カステラ屋) Kekçisine başladım işe.
İş bulduğumun ertesi gün çağırdı adam işe beni.
İlk başlarda acemi olduğum ve yabancı olduğum için çok kibar ve nazikti patronum.
Zamanla adam bir canavara dönüştü!
Yetinemiyordu hiçbir şeyle!
Ekonomik kriz, Yoshimoto'nun binasının değişmesi, ikinci şubesini açması derken patron strese girmişti.
Koşun diyordu koşuyorduk.. Daha çok bağırın diyordu boğazlarımız acıyordu bağırmaktan memnun edemiyorduk.
Erkek elemanları alıyordu arkaya tekme tokat giriyordu. şok olmuştum!
18 yaşlarında, 30 yaşlarında adamlar patrondan  gözümüzün önünde dayak yemesi içime işliyordu.
Biz kızlar korkumuzdan ellerimiz ayaklarımız titriyordu.

Hele bir gün yalnış paketleme olmuş onu değiştiriyorduk. Adam o kızgınlıkla tepeme vurdu.
Bir türk olarak kanıma bu kadar birşey dokunmamıştı.
Ama el mahkum? 3 ay iş bulamamıştım ve bu işin parası iyidi saati 1000 yen (75 TL) günlük 7 saat çalışıyordum ve Türkiye'de bir işçinin haftada alacağı parayı ben bir günde alıyordum.
Allahım laf ağzımda kaldı! Çıkmaya zorluyor ama yutuyorum.
İstanbul'da ev yaptırıyoruz müteahhit 30 bin TL para istiyor.
O yıl tatile gidicem 4 kişi 20 bin TL uçak bileti tutuyor.


Yani anlayacağınız eziliyorum, hakaretlere uğruyorum ama o dayak yiyen adamlar gibi susmaktan başka çarem yok!
Adam azdıkça azdı. Her hafta biri işten çıkıyor başka yeni biri giriyor.
Yenilerin çoğu kaçıyor. Çünkü öğrenci oluyor geneli.
Sadece çalışmak için çalışıyor.
Bizim gibi ekmek parası için değil.
2 sene dayandım bu adamın eziyetlerine.
Çok şükür evin borcunu bitirdik.
Tatile Türkiye'ye gidip geldik.
Ben çıktım işten. Japan postanesinde çalıştım bir süre.
yanı sıra amazon alışveriş şirketlerinden birine paketlemeci olarak başladım.
Şimdi Otel'de çalışıyorum. Ama kaldıramıyor bünye artık bunları.

15 Şubat 2016 Pazartesi

Japonların farklı Sevgililer Günü

14 Şubat Sevgililer günü diyince aşık olduğun kişi gelir aklına değil mi?
Sevgilin, nişanlın, erkek/kız arkadaşın veya eşin.
Zaten başka şey olur mu canım diyorsunuzdur eminim:)
Japonya'da bu dediklerimin yanı sıra iş arkadaşına, patronununa, sınıf öğretmenine hatta baba ve abiye'de sevgililer günü hediyesi veya çikolatası verildiğini söylesem ne dersiniz?
Hadi canımm dediğinize adım gibi eminim:)
Evet japonlar bu günü dünya'dan çok farklı kutluyor.
Adı sevgililer günü " Valentine's Day - バレンタインデー " olarak geçiyor elbette japonya'da ama sevdiğin, samimi bir erkek arkadaşına da bir çikolata alıp verebilirsiniz.
14 şubat'ta kızlar erkeklere çikolata veriyor.
Eğer çok samimi bir arkadaş değilse, iş veya okulda, hazırda alınabiliniyor.
Kız, hoşlandığı bir erkek varsa bir adım atmak için o kişiye elleriyle hazırlıyor bu çikolatayı.
Çok sevdiği öğretmenine, çok samimi bulduğu erkek arkadaşlarına da elleriyle hazırlar.
Kalbinden ve gönlünden geçtiği gibi şekil verir.
Eğer o erkek de kıza karşı boş değilse 14 Mart  "White Day-ホワイトデー" yani 'Beyaz gün'de erkekler kızlara 14 Şubat'ın karşılığı gelir.
Eğer çocuk boşsa kıza karşı, o erkekden çikolata gelmemişse cevabı hayır demek oluyor.
Ama o kişi öğretmenin veya samimi normal bir iş veya okul arkadaşıysa teşekkür hediyesi olarak verebilir.
Ama erkeklerden pek karşılık beklemeyin derim bu durumlarda:)
Yalnış anlaşılmalara yol açmamak için de karşılık vermeye bilirler:)
14 şubat, erkeklerde bir gurur meselesine dönüşmüş durumda:)
Bakalım bu sene bana kim çikolata verecek?
Benim 3, şu arkadaşımın 10 sevgililer günü  çikolatası olmuş diye birbirlerine rakip olma durumuna da düşüyorlar:)


Yemek kursları, yılda iki kez bu iki gün için özel sınıflar açıyor.
El yapımı çikolata veya kurabiyeleri kurslarında kursiyerlerine öğretiyorlar.
Japonlar bu özel günlere çok önem verirler.
Hatta dört gözle beklerler desek yalan olmaz:)
Tüm dünya, özelliklede bizim ülkemizdeki gibi kalpli balonlar, takılar, mesajlar pek yok.
Çoğunlukla el yapımı çikolata veya küçük boylarda yaş pasta, kurabiye gibi vs. oluyor.
Çok çirkin ve kiloluysa sırf bu zamanlarda kendilerini çok ezik görüyorlar.
Çünkü çevresi bu tür özel günlerde onu takipe almış durumda!
Acaba biri bunada sevgililer günü çikolatası verecek mi?
Ne kadar çikolata o kadar karizma anlayacağınız.

Birde bunun karşılığı var.
14 Mart White Day ( Beyaz gün )
Bu henüz bizim ülkemizde kutlanılıyor mu bilmiyorum?
Şimdi sıra geldi çikolata aldığınız kıza iadeyi ziyarete:)
Bu seferde özellikle okullardaki kızlar arasında bir rekabet başladı:)
Kızlar bu konuda daha hırslı:) birbirlerine aldıkları white day hediye sayısını söylüyor:)
Bayağı bir kızışıyor aralar:) erkekler çikolata veya yaş pasta veriyor kızlara.
Kendisinden hoşlandığını 14 şubatta anladığı kıza cevap olarak hediyesinin karşılığını verme zamanı geldi çattı:)
Cevap güzel bir el yapımı kalpli çikolata:)
Eğer beklediği bir kızdan bir hediye gelmemişse, bu sefer erkekler bir adım atmak için kolları sıyırıp giriyor mutfağa:)
O göndermedi, demekki duygularımdan habersiz diyor:)
Özellikle 14 mart bekleniliyor. Bir nevi ilanı Aşk yapmak için:)
Fırsat bu fırsat diye cesaretini toplayıp, herkesin önünde kıza hediyesini uzatıyor.
Eğer kızda ondan hoşlanıyorsa hediyeyi kabul ediyor.
Eğer kız hoşlanmıyorsa ümit vermemek için hediyeyi kabul etmiyor.
Bu kıza prestij kazandırıyor o sınıfta ama erkeği de rezil ediyor:(
Sevgililer gününde bu durum pek olmuyor.
Erkekler kızlardan alıyor hediyelerini.
Ama kızlar öyle değil işte:)
Birde, aile ve akraba arası sevdiğin kişiye (baba, abi, dayı, amca) verdiğin çikolata da aynı şekilde 14 Mart'ta kızlara veriliyor.

İlk japonya'ya geldiğim yıllar, eşim'de iş arkadaşları bayanlardan çikolata alıyordu.
Çok kez kızıp bağırmıştım adama:) bu kız senden mi hoşlanıyor?
Hayırdır? Adamcağız kem küm etsede bana anlatamıyordu bu durumu:)
Sonralarda bende çalışınca iş yerindeki erkek arkadaşlardan çikolata almalara başladım ve şaşırdım noluyozzzz:))
Evli olduğumu biliyorlardı canım :p
İlk yıllarda cidden şaşırmıştım! Alışmak zor gelmişti bana.
Hala'da garipsemiyor değilim bu karşılıklı saçma hediyeleşmeyi:)

14 Şubat 2016 Pazar

Japonya'da ucuz alışveriş Donki Qoijote (ドン・キホーテ)

Japonya'ya gelmek için hazırlık yapanlarıda unutmadım:)
Oturdum düşündüm ve aklıma ilk gelen şey alışveriş yerleri oldu:)
Japonya'ya gidiyorum diye etrafa haber salınca, herkes bir şey istiyor eminim:)
İlk defa geliyorsanız ne alacağınızı, nereden alacağınızı, kimbilir kaç para tutacağını şimdiden dert edinmeye başlamışsınızdır kesin:)
Size bu Donki Qoijote'yi şiddetle tavsiye ediyorum.
Ama tabikide 100 Yen shoplardan sonra ikinci tavsiyemdir:)
Çünkü 100 yen shoplardan daha uygununu bulmanızın imkânı yok!
Ama bu iki dükkân arasında büyük bir fark var.
1. 100 yen shoplar numunelik diyecek kadar az sayı ve gramla satıyor.
2. Donki Qoijote biraz daha pahalı ama büyük boy ve Gramla/Kiloyla satıyor.
Yani arada sayı ve gram farkı çok.
Aile boyu hediyelik arıyorsanız veya çevrenizde çok çocuk varsa Donki Qoijote çok karlı.
Ve 100 yen shoplarda çeşit çok az. Aşağı yukarı 100 çeşit var.
Ama donkilerde binlerce çeşit ve seçenek bulabilirsiniz.
Müşterilerin %80 çinli. Adamlar akın ediyor donkilere.
Günlük trilyonlar dönüyor. Elleri kolları bu dükkânın poşetleriyle dolu:)
O yüzden ki donkilerin  çalışanlarıda yarısından çoğu çinli. Diğer büyük müşteri kitleside koreli.
Eğer dar bir alandaysa 5-6 katlı oluyor.
Daha sakin bir kasaba veya kentteyse büyük bir fabrika gibi geniş alan üzerinde en fazla iki katlı oluyor.
Bu kadar büyük katlı ve geniş alanda sadece çikolata, bisküvi mi satıyor diyeceksiniz?
Hayır tabikide:) her katta bir şey bulabilirsiniz.
1. Aburcubur, çikolata, bisküvi, kahve, çay vs.
2. Temizlik malzemesi ve eczane ürünleri
3. Ev için küçük elektronik aletler
4. Küçük mobilya, sandalye, yatak
5. Kıyafet, iç çamaşırı, ayakkabı
6. Ünlü markaların saat, çanta, takı, cüzdan vs.
Tüm markaları en uygun fiyata bu mağazadan bulabilirsiniz.



Hani internette ilginç japon eşyaları görüyorsunuz ya işte o ilginç aletlerin hepsini sadece bu dükkânda bulabilirsiniz:)
Gördüğünüz de allahım bu ne ilginç çok işime yarayacak,Türkiye'de benden başka hiç kimsede olamaz diyeceğiniz acayip şeyler bulacağınıza adım gibi eminim:)

Diğer japon dükkânlarında olduğu gibi Donkilerde de alışveriş yaparken (Tax free shop) var.
Alışveriş yaparken kesinlikle pasaportunuzu da yanınızda getirinki yiyeceklerde %8 diğer ürünlerde %10 vergisiz indirimi anında kazanın:)
Çok büyük alışverişlerde ciddi indirimler oluyor unutmayın sakın haaa:)
Osaka'da uğramanızı kesinlikle tavsiye ettiğim şubesi, Namba Doutonbori-道頓堀 deki şubesidir.
Neden diye soracak olursanız, hem çeşit bolluğundan faydalanacaksınız
Hemde dünyanın ilk ve tek dik dörtgen dönme dolabıyla karşılaşacaksınız:)
Burdan başka hiç bir yerde bulamazsınız bu manzarayı.
Diklemesine up uzun ve cezbedici bir görüntüsü var.
Nehir kenarında olmasıda manzarayı muhteşem kılmış.
Ön tarafı Soimencho denilen Bar ve Clupların bulunduğu bir sokakdan giriliyor.
Arka kapısıda nehir kenarından giriliyor.
Nehir tarafı hem dinlenmelik ve havadar hemde dikdörtgen dönme dolabı hemde tekne turu gişesi ve başlangıç noktası var.

Sanırım 2004'de açılmıştı. ilk o zaman resim  çekmiştik o yüzden tahmin ediyorum:)
Babanın yanına uğradığımız bir günde henüz açılışı  yapılmamıştı.
Japonya ve Osaka büyük heyecanla dünya ilkini bekliyordu o zamanlar:)

Japonya'da Otomatik İçecek Makineleri ( 自動販売機 )

Türkiye'ye henüz gelmedi ama yakında geleceğine inandığım, içecek makinelerini anlatıcam bugün sizlere.
Türkiye'de içecek makinesi var ama onlar kâğıt bardaklara hazırlayıp veriyor.
Benim anlatacağım plastik, teneke yada cam şişelerde; Ağzı kapalı olarak sıcak yada soğuk içecek makinesi.
Türkiye'de sadece marketlerde satılan pet şişe veya teneke, ağzı kapaklı bu mamuller, japonya'da her 10 adım başında bulunuyor.
Sokak sonu, caddede, hastanede, karakolda, okulda, devlet dairelerinde, tren istasyonlarında susadığınızda kafanızı çevirip hemen bulabileceğiniz heryerde:)
Aman dilim damağım kurudu demenle olduğun yerde iki adım atmayla, çantandan çıkart 100 yen at, kap suyu iç.
Türkiye'de dilin damağın kuruyorda ya market yada kuru yemiş arıyoruz. Bul bulabilirsen!
Bu kadar çok olmasının sebebi bu içecek şirketlerin, Coca-Cola, Pepsi vs. her markanın kendi makinesi var.
Her makinede hangi binanın veya işyerinin önüne veya içine koymuşsa, oranın elektriğini kullanıyor.
Bu elektrik masrafını kendi sayacıyla karşılıyor.
Ayreten her içecek başı o mekanın sahibine %10 kâr payı veriyor.
Yeri çok işlek ve çok gelip geçen veya hastane gibi kalabalık bir ortamdaysa aylık nerdeyse bir evin kirasını o paydan çıkarıyor  yer sahibi:)
Yani anlayacağınız çok karlı bir iş bu:)
Günlük 50 şişe satılsa, o günün mutfak masrafı karşılanır:)
Türkiye'ye de gelse kesinlikle evimin önüne bir kaç tane koydururum:)
Diğer apartman sakinleriyle ay sonu paylaşırız:) ama henüz Türkiye'ye hala gelmemiş.
Yazın ortasında yolda yürürken, beynin sıcaktan kaynamış halde insanın canı buuuuz gibi bir kola istiyor değilmi?
Saniyede aklından geçir ve mideye indir:)


Bizim türklerde çok sevecek bu aleti.
Sıcağa dayanamayan bir milletiz:)
Hele birde kışın eller donmuş, ayaklar buz, burun kırmızı halde karın kışın ortasında insan diyor sıcak birşey olsada içsem.
İşte o an bile sağına bak, kaynar kaynar sıcak bir çay veya kahve al eline o don hava da ellerinin arasına koyup, içe içe yürümek varyaa süper oluyor:)
Allah razı olsun diyorsun bu zamanlarda, bu makineleri icat edene dua ediyorsun:)
İlk bahar ve son baharda o kadar aramıyor insan:)
Bu makineler ne çekmiş bizim türklerden bilen?
Duyan varmı?
Nagoya kentinde ordu, fatsalı türkler çete kurmuş, bu makineleri soymak için! Onlar köşeyi dönmüşler.
Türkiyemizinde şanını yerle bir etmişler.
Japonya'ya sözde gezmeye gelip, kaçak olarak yaşayan fatsalılar iş güç bulamayınca tek çare bu makine soygun çetelerine katılıyormuş.
Japonya'da, çin ve Koreden sonra suç oranında 3. Sıraya Türkiye'yi sokan bu yüz karaları yüzünden havaalanında Türkiye yazınca pasaportta, polisler iki kere düşünüyor.
Kabul damgasını bassak mı basmasak mı? diye.
Hele hele pasaportunuzda fatsa yazıyorsa sakın kalkıp dünyanın masrafına giripde gelmeyin!
Fatsalılar ban yemiş japonya'da.
Adam gelip 3-4 ay sokakta yatıyor, yemeğe para bulamıyor, bu çetelerde böyle rezil olmuş türk gördümü hemen aklını çelip aralarına alıyor.
Adam bir geliyor takım elbise, gıcır ayakkabı!

Japonya'da en az 5 milyar civarında varmış bu makineler.
Her makinede bir gizli kamera var.
Kiliti zorladığınızda, otomatikmen 30 saniye içinde polise sinyal gönderiyormuş.
Bu ne büyük cesaret ki kamerayla izlenen ve en yakın polis bir sokak ötede, 30 saniyede kilidi kır, aç, parayı çal, kaç!
Başlaman, kapıp kaçman en az 2-3 dakika sürer ya!
İçecek makineleri her yıl kendini aşıyor:) dokunmatiğe döndü son zamanlarda.
Bir de şimdi Asahi japon şirketi Wi-Fi hizmeti vermeye de başladı:)
Japonya'da adım başı her yerde Wi-Fi hizmeti vardı zaten ama içecek otomat makinelerinde de vermelerine şaşırdım doğrusu:)
hemde içecek alma mecburiyetide yok!
Günlük sadece yarım saat sınırı var.
Kimsede 30 dakika durmaz heralde sırf internete giricem diye?
Son zamanlarda cocacola, oyunlu makineler üretmiş:)
Sana bir oyun oynatıyor hem eğleniyorsun hemde içeceğe kavuşuyorsun:)
Oyun oynayamam acelem var dersen skip de geç git:) o sana kalmış:)

13 Şubat 2016 Cumartesi

Japonya'da Pachingo oyun salonları

Ne zamandır aklımda olupta bir türlü yazmaya fırsat bulamadığım japonların adından söz ederken çok masum bir oyunmuş gibi görünen fakat tam bir kumar batağı olan " Pachinko - パチンコ " dan bahsetmek istiyorum. 1948 de icat edilmiş bu makineler.
1995'e kadar 30 milyona dayanmış bağımlıları.
Bu resmi kumarhaneler,  japonya'yı bir nevi 'Lasvegas'a çevirmiş durumda.
Nice yuvalar yıktığını, nice bebeklerin ölümlerine sebeb olduğunu söylesem inanır mısınız?
Şaka değil cidden bebeklerin ve çocukların ölümlerine en büyük sebep olmuş.
Japonların bu pachinko hastalığına japon devletide dur diyemiyor. Veya demek istemiyor?
Çünkü trilyonlar dönüyor bu çatı altında.
Dikeylemesine bir elektronik bilardo masasına benziyor.
Yanar döner ışıkları, kulak patlatırcasına yüksek sesler arasında bir hayat!
Psikologların araştırmalarına göre; bu yanar döner ışıklar ve o yüksek sesle kendilerinden geçtiklerini ve rahatlattıklarını söylüyormuş hastaları:)


Japonya'nın bir sosyal çılgınlık haline gelmiş.
Her sene 30 milyona yakın japon, bu makinelere 35 katrilyon para bırakıyor.
İşini gücünü bırakmış, bu illetten para kazanma fikrine kaptırmışlar kendilerini.
Evlerine günlerce gitmeyenler, çalışmayı bırakıp tamamen buradan kazandıklarıyla evini geçindirenlerle dolu. Sabah işe gidiyormuş gibi evden çıkıp, pachinko dükkânlarının yolunu tutan çok genç var.
Hatta karı/koca, evinin gelirini bu iş dedikleri oyundan kazanıyorlar:)
Bu bir bağımlılık! Çaresi uzun aylar, hatta yıllar uzak durması gereken bir bağlılık.
Oyun salonları dediğime bakmayın.
Bir üretim fabrikası getirin göz önüne.
İşte aynen o kadar büyük bir alan üzerine kuruluyor bu oyun salonları.
Milleti cezbedecek kadar çok kampanyalar çıkarıyorlar ki ister istemez ayak gidiyor.
Çoğu oyun salonlarında bir oyun sadece 1 yen. Tenezzül etmeyip yere attığımız 1 yen!
Bu bağımlılarıda 1 yenmiş! 1'i, bin'e katabilirim  diye kanıp dalıyor içeriye.

Anne, 3 aylık bebeği eve bırakıp, yanına da üşümesin diye sobayı açıp pachinko oynamaya gidiyor!
İnanılır gibi değil. Doğum yapalı daha 3 ay olmuş.
İyileşmiş ayaklanmış ama beyin hala pachinko diye deliriyor.
Acaba ne ihtiyacı vardı da oynamaya gitti?
Gerçekten parasız mıydı?
Ama diyeceksiniz ki para kazanmak içinde para ödüyor!
Aynen öyle. Bedava oynanan bir oyun değil.
Ona vereceğim parayla 3 günlük ekmeğimi, çocuğumun ihtiyacını alırdım. Belkide bin yen verdi, eli boş döndü? Kazanacaksın diye birşey yok!
Garantisi de yok ama çocuk daha 3 aylık yaa allahım.
Çok var bu haberlerden tv'lerde çok!

Hele hele pachinko salonunun otoparkına kadar çocuğuyla gelip, beş dakika girip çıkarım diye çocuğu arabada unutup oyuna dalan  ebeveynlerin sayıları tavan yapmış durumda.
Çocuk ölüm sayıları tam tamına 30'a yükseldi.
Ölüm nedeniyse anne ve babasının ihmali.
Hele bir gün tv'de haberlerde gördüğüm haber, hala beynime kazılmış halde.
Anne ve baba motorsikletiyle gelmiş.
Annenin kucağında bir bebek var.
3-5 aylık kadar birşey. Pachinko da oyun oynamak icin,
bebeği motosikletin arkasındaki kask koydukları kutuya koyup, oyun oynamaya gitmişlerdi. Bir saat kalmışlar.
Gelmişler ki bebek havasızlıktan ölmüş.
Polisler anne ve babayı kelepçeleyip götürdü ve kastı ölüme sebebiyetten dolayı tutuklanmışları.
Flash haber olarak çıkmıştı.
Bir hafta protestolar yapılmıştı ozamanlar.
Pachinko salonları, savaş zamanında Kuzey Koreden göçüp gelen, şimdiki japon kimliğini taşıyan iş adamlarına ait tam bir "Yakuza" yani mafya çeteleri işletiyor.
Japonların dünya devleri otomobil firmalarından bile çok getirisi varmış ülkeye.
Japonya'da kumar oynamak yasak.
At yarışları da bir kısmı yasak.
Milli sporları sumo üzerine bahis yapmak bile yasak ama pachinko oynamak serbest!
Bu yerlerde gördüğünüz sepet içlerindeki bilyeler 1 yen'i temsil ediyor:)
Kaç sepetin varsa o kadar çok para kazanmışsın demek.
10 bin yen yatırmışsan, şansın varsa 30 bin yen'le de çıkabilirsin.
Şansın yoksa 5 bin yenlede çıkabilirsin:)
10 bin yen havaya uçmuş da olabilir.
Japonya'ya gelirseniz ve bu salonları görürseniz görmemezlikten gelin aman haaa :)

Japonya'ya yerleşip belirli bir ekonomi gücüne yükselmiş çoğu Türklerde (erkek) bu salonlara bağımlı olmuşlar. Adamlar akşama kadar çalışıp, akşam günün tüm kazancını bu batağa gömüp çıkıyor.
Arada 10 bin yen'e 30 bin yen kazanmışsa kendini öve öve bitiremiyor.
Yav ben oynuyorum ama kazanıyorum da diyor!
Gülümsüyorum sadece kibarca.

12 Şubat 2016 Cuma

Japon Ata Sporu Sumo ( 相撲 )

Bugün sizlere japonların, ata sporu olan Sumo (相撲) yu anlatmak istedim:) Japonların dev adamları.
Bizim eve yakın bir spor salonundalar.
Osaka Furitsu Taikukan ( 府立体育館)
Sumo sporları, Her ay başka bir şehirde düzenleniyor ve  3/20 si gibi de Osaka'da oluyor.
Osaka'ya gelip'te sumoyu da görmek istiyorsanız Mart'ın 2. haftasından sonra gelmenizi tavsiye ederim.
Sadece bir hafta sürüyor. O yüzden iyi düşünün acele edin:) Hem sumoyu hem de Osaka Sakuralarını aynı tarihlerde izleyebilirsiniz.
Bir Sumo güreşçisi, çocukluktan seçilir ve yetiştirilir. Özel kamplara alınır.
Hayatının büyük bir kısmı (Keiko) denilen bu spora adanır.
Sabahın ilk ışıklarında kalkar ve 5 saat sürecek bir egzersize başlarlar.
Günün ilk öğününü  bir tencere chanko- nabe (ちゃんこ鍋) yi yerler.
Tek başına koca tencereyi bitirebiliyorlar:)


Belli bir süre normal okul eğitiminede gidiyorlar.
Yükselmek, iyilerin arasına katılmak için çok itilip kakılıyorlarmış.
Sumocuların hayatları üzerine bir program izlemiştim.
Kolay değil iyilerin arasına yükselmek.
Her acıya, her hakarete göğüs germeside şart.
Günlük bir kalori cetveli dışında asla canının istediğini yiyip içemez.
Kiloları 300'e yakın, 250'den yukarı.
Zayıfı ancak çaylaklık dönemlerindekiler:)

Tamamen çıplak olarak yapılan bu spor:)
Maç arası taktıkları önlükler, onlara sponsor olan markaların reklamları.
Her sumocunun bir sponsoru oluyor.
Karşılaşma süresi boyunca bir hafta o sponsorun bayrakları ve sporcunun önündeki önlüklerle reklamları bedava yapılıyor:)

Geleli yıllar olmasına rağmen, hiç Sumo izlemeye kısmet olmamıştı.
Tam da bizim dükkânla karşılıklı sözde:)
Bugün ilk siftahımızı yaptık:)
Sumo saat 9 gibi başlıyor. Biletleri sabah 7'de almaya başladık.
Nasıl bir sıra allahım. En az 500 kişi var sırada.
Ev yakın olduğu için erkenden kalkıp girdim.
Bana sıra geldi şükür. İlk kez alıcam ya bilmiyorum fiyatları.
Meğersem uffffff uçuk fiyatlar.
Sanki bana yat, kat satıyorlar:)
Bu gördüğünüz koca salona en az bir milyon kişi girer. Bir tane boş koltuk yok.
En üstten huytu bir köşeye aldım bilet.
2 bin yen (140 tl ) bir kişi.
2 kişilik aldık. Çocuklara almadım.
En öndeki insanların biletleri ilk on sıra 100 bin yen ( 7,000 TL )
Ondan iki üst sıra 50 bin yen ( 4,000 TL ) civarı ediyor.
Ağzım açık kaldı:)
Her yıl düzenlenen bu spora, aksatmadan her sene alıyorlarmış o önleri:)
Çok otantik, farklı bir ortam. Büyülü resmen.
Çok beyendik! Hatta batıldık:)
Yabancı sumocularda çok. Bulgaristanlı, Kazakistanlı, Özbekistanlı, Amerikalı, Rus..
Türkiye'den de istemişler:) inşallah bir kaç yıl sonra bizim de bir sumocu gururumuz olur.
Dört gözle bekliyoruz.

11 Şubat 2016 Perşembe

2010 Japonya'da Türkiye voleybol Maçına gittik

Çok şükür bizim bayrağımızın da sallandığı bir maça geldik.
O bayrağı görmeye doyamadık:) Çoştukça çoştuk:)
Sene 2010. Şimdiki takımda çoğu yoktur.
Ama o zamanın gözdeleriyle tanışma fırsatımız olmuştu.
Neslihanı, Baharı, Darneli vs..
Hepside çok güzel ve bakımlı.
Tam bir türk kızı. Japonlar bayıldı kızlarımıza:)
En çok da Ayşe Ayşe diye bağırdı japon erkekler:)
Çok çekişmeli bir maç oldu fakat maalesef yenik ayrıldık: (
Maç yabancı bir ülke de, yabancı iki taraftar ve hafta sonu olduğu için pek rabet yoktu.
150-200 kişi ancak vardı.
Bir avuç türküz:) Ama coşku salona manyak yansıdı. İçimizde vatan hasreti ve kendimizi yabancı bir ülke karşısında yine başka bir yabancı takıma karşı gösteriyoruz!
TRT kameramanları ve spikerleride takımla birlikte gelmişti. Japonlarla röportaj yaptılar.
Sağolsunlar biz türkler kadar japon taraftarları da vardı:)
Spor salonun tam karşısında bizim kebap dükkânımız (seyhan kebap) vardı o zamanlar.
Bir hafta ağırladık tüm TRT çalışanını, voleybol yöneticilerini ve takımı.
Çok eğlenceli ve klasik japon hayatımıza bir renk katmıştı:)


Bayrağımız, canımız sana KURBAN OLSUN!
Bu şerefi bize yaşattın ya, allah sana zeval vermesin.
O hafta 3 karşılaşmamız oldu.
Türkiye-Amerika
Türkiye-Almanya
Türkiye-Japonya
Bir hafta dalgalandı o güzel bayrağımız
Neslihancımm çok tatlıydın:)
Sağolsun her birimizle bir bir konuştu.
Resimler çektik, imza attı. Çok sevimlisin bacımm:)
Alışık olmadığımız bir durum bu salonda türk takımları görmek:)
Anlatılmaz bir duyguydu.

Nagoya Gezimiz

Uzun zamandır tatil yapamadık.
Hamilelik, doğum ve çocuk biraz kendini toparlasın diye didindim durdum.
Çok şükür çocuk yaşını geçti ve birlikte uzun yolculuklara çıkabiliyoruz:)
İlk tatilimizi Osaka'ya trenle 3 saatlik mesafede olan Nagoya oldu:)
Bayağıdır aklımızdaydı fakat hiç gitmek kısmet olmamıştı.
Eşimin'de çalıştığı yer uzun tatil yapamıyor.
Malûm restaurant işi her daim mide aç, müşteri akını çok.
Japonya'da 3 tane resmi tatilden biri olan yeni yıl tatili (shougatsu-正月) tatili oldu.
Fırsat bu fırsat deyip hemen oturdum bilgisayar başına. İlk önce tren biletlerini ayarladım.
Peşine de hemen oteli ayarlayıp düştük yollara:)
Tatil keyfi nasılda belli oluyor yüzümden:)
Ohhh beee en sevdiğim şeyi yapıyorum şuan gezmee :)
Hızlı trene binmedim. 3 saat süren normal trene bindik.
Çünkü japon dağlarını, bahçelerini, eski köylerini, insanlarını izleye izleye gitmek gibisi yok.
Çok seviyorum nedense?
Sabah 7 trenine binip 10 gibi nagoyaya vardık.


Nagoya kalesi Japonya'nın en güzel kalelerinden biri.
Muhteşem bir şato gibi ama aynı Osaka Jo'ya benziyor?
2. Dünya savaşına kadar titizlikle korunan kale; Savaş döneminde yıkımlara maruz kalmış maalesef.
Savaş bittikten sonra yerel halk 1959 da tekrar inşaat ve restorasyona sokup fâl hale getirmişler ve şuan Nagoya'nın baş gözdesi. Uğramadan olmaz tek yeri:)
Kale şuan yabancılar ve yerli turistler için müze olarak kullanılıyor.
Eski yapıdan kalan, hem Nagoya'nın hemde kalenin simgesi olan ( shachihoko ) nun maketini de yanına yapmışlarki biz turistler resim çekelim bu ilginç altın balıkla:)
Bunun gerçeği ilk 1612 de 215 kilo külçe altından yapılıp, tarih boyunca mali durum kötüleştikçe 88 kiloya kadar külçe külçe alınıp küçültülmüş:)
Oğluşumla Nagoya kral ve kraliçesi de olduk bugünlerime şükür:)
Güzel bir anı değilmi ama.. Hmmmm
Merkezi klasik japon sokakları, binaları. Pek fark yok derken TV kulesini gördük.
Gerçektende çok ilginç geldi bize. Çıktık kuleye. Aşağısı mükemmel bir manzara.
Caddenin ortasında sağlı sollu yollar, ağaçlar.
Biraz ötede bu Nagoya kalesi.
Tam dibinde ilginç mimarisi olan oval bir yapı.

Japonya'nın en eski TV kulesi Nagoya TV Tower.
1954 de yapılmış. Hisaya Odori Park merkezinde bulunuyor. Fransa'nın Eiffel 'ine benzetiliyor.
O kadar çok gezip, yiyip içmişizki paramız bitti:)
Tam da yılbaşı tatili ATM arada bul bu tatil günde:)
Allahtan postane ATM si buldukta benim hesaptan çekip, koşşş alışverişe:)
Neler aldım nelerrr. Daha çok kozmetik ürünler.
Ve Nagoya hatıraları.
Türk arkadaşlarımıza da Nagoya tatlısı.
Tatilimiz kısa olduğu için nagoya'nın yarısını bir güne sığdırdık:)
Yorgunluktan geberiyoruz:) hemen otele yakın bir türk kebapçısını bulduk.
Merhaba kebap. Temel abi sağolsun çok güzel ağırladı bizi. Kebapçıya yakındı otelimiz.
Yemekten sonra otele geçtik. Saatte çok geç olmuştu.
Sabah 6-10 arasıymış kahvaltı.
O yorgunlukla kalkmanın imkânımı var o saatte:)
Kalkıp inene kadar saat zaten 10 olmuş.
Gittik bir Subway sandviç'ci ye.
(Şuan Türkiye'ye de gelmiş subway)
Japonya'da  kahvaltı yapmak için en güzel seçenek.:)

Yemekten sonra tapınakları gezdik dolaştık.
Japonya'da o an shougatsu olduğu için tapınaklara akın akın gidiyor japonlar.
Dualar yeni yıldan istekler:)
geçmiş yıldan kovulmak istenenler.
Herşey tapınaktan onların tanrılarına iletiliyor.
Güzel manzaralar, seviyorum onları izlemek :)
farklı bir ortam. Yaptıkları, yaktıkları, duaları ilginç geliyor bana..
Eve dönme vakti geldi: (
Çok güzel bir 2 günlük tatil geçirdik.
Sevdik nagoyayı.
Çok türk var dediler ama temel abiden başkasına rastlamadık? Nereye saklandı bu türkler?
Yıllar sonra Osaka'da bir kaç tanıdığım türkler hep Nagoya'dan gelenler, dedim geldik evde yoktunuz? Nereye gitmiştiniz?:) Bir uzun yolculukta eveydi bugün.
3 saat sürecek tren yolculuğumuzu yapacağımız trenimizde geldi bizi bekliyor.
Haydi bir dahaki sayfada görüşürüzz

Youtube Kanalima Abone Olun

Sosyal Medya Kanallarimdan da Beni Takip eddebilirsiniz